Bağlaçlar ve ahlâk

Rusya'dan sarsıcı bir haber geldi. Uzun zamandır tutuklu olan muhalefet lideri Aleksey Navalny, Sibirya'daki bir cezaevinde hayâtını kaybetti. Daha evvel şüpheli bir şekilde zehirlenmiş, Almanya'da sıkı bir tedavi geçirmiş, sağlığına kavuştuktan sonra Rusya'ya geri dönmüştü. Tabiî ki kendisini rahat bırakmadılar. Tutuklandı, yargılandı ve hüküm giydi. Birkaç senedir Sibirya'da şartları çok ağır bir hapishanedeydi. Bu defâ kurtulamadı. Yapılan resmî açıklamalara göre Navalny tabiî yollardan ölmüştü. Batı'dan gelen tepkiler ise gecikmedi. Tıpkı Wagner'in kurucusu ve lideri olan Yevgeni Progozhin gibi Putin'in hışmına uğradığı iddia edildi. Aslında bu ölümün, Putin'in yakın zamanda ABD'li gazeteci Tucker Carlston ile yaptığı ve yayınlanmasının üzerinden daha yarım saat bile geçmeden 5 milyon kişi tarafından izlenen bir rmülâkatın hemen ardından gelmiş olması dikkat çekiciydi. Rusya-Ukrayna savaşının ardından susturulmuş ve dışlanmış olan Putin ilk defâ başta ABD olmak üzere Batı kamuoyuna sesleniyordu. Bu mülâkat hem bir gazeteci olarak Carlston hem de Putin açısından son derecede başarılıydı. Carlston Putin'e çanak değil son derecede ustalıklı sorular soruyor; Putin de bunlara aynı ustalıkla cevaplar veriyordu. Bu mülâkat muhtemelen düşmanlaştırılmış, şeytanlaştırılmış Putin imajını topyekûn kırmasa bile sarsmıştır. O hâlde sormak lâzım gelir: Putin tam da Batı kamuoyundaki imajı düzelirken ne adına Navalny'yi öldürtsün ki Ama daha dikkat çekici olan Navalny'nin siyâsal kariyeriydi. Başlangıçta, neredeyse Jirinovski'nin hâkim fikriyatı olan Slav ve Ortodoks düşünceleri aşırı bir şekilde benimseyen, Türk ve Müslüman düşmanı çıkışlarıyla tanınan Navalny, ABD'ye götürülmüş, orada aldığı bir dizi kurs üzerinden şaşırtıcı bir liberal metamorfoz geçirmişti. Rusya'ya, Putin karşıtı kampanyaların lideri olarak döndü. Moskova Belediye seçimlerinde aday oldu ve 27'lik bir oy aldı. Çeşitli sokak hareketlerini örgütledi. Putin iktidârının yolsuzluklarını deşifre eden yayınlar yaptı. Lâkin arkasındaki destek, Putin'e verilen destekle kıyaslandığı zaman o kadar da âhım şâhım bir destek değildi. Üstelik Ukrayna savaşı sonrasında, Batı'nın yüzeysel bir bakışla geliştirdiği beklentilerin aksine Putin'in kamuoyundaki gücü daha da artmıştı. Prigozhin, evet Putin için ciddî bir tehlikeydi. Onun Putin tarafından ortadan kaldırılmış olma ihtimâlini ciddî ciddî düşünebiliriz. Ama Navalny, Putin'in iktidârı için bir tehdit veyâ tehlike arz etmiyordu ki. Bunlara rağmen Navalny'nin ölüm emrini Putin verdi diyenlere keskin bir şekilde itiraz edecek de değilim. Sâdece mâkul şüphelerim olduğunu ifâde etmeye gayret ediyorum. Değilse, tabiî ki otokrasilerin ve otokratların ne yapacağı belli olmaz.Aslında bu hadisenin düşündürdüğü başka şeyler var. Bir defâ artık bir siyâsal değer setini sağlam bir şekilde konumlandırma ve savunmanın imkânları daralıyor. Meselâ Batı ile Rusya arasındaki "savaşın" haklı tarafı kimdir Elbette zihninin derinlerinde kaybettiği Baltık topraklarını yeniden kazanmak, Polonya'ya had bildirmek olan, yayılmacı" Putin mi; değilse Ukrayna'yı 2000'lerden başlayarak bir NAZİ tarlası olarak sulayan ve Rusya'ya karşı kışkırtan Batı mı Evet Putin, dünyâda da benzerleri olan, çoğunlukçuluğa dayanan, Bonapartist bir lider. Evet, kavram tam da bu: Bonapartizm. Bu kavram çoğunluk desteğini almış otokrat liderlikler için kullanılır. Bonapartist liderler kendilerini demokrasiye kapatmazlar. Bunu elbette demokrasiye gönülden bağlı oldukları için yapmazlar. Çoğunluk desteğinden çok defâ emin oldukları için yaparlar. Modi'ye baksanız, Orban'a da; benzer bir manzara görürsünüz. Hoşlanmadıkları, demokrasinin hâkim ethosları da tartışma konusu yapan; özgürlükçülüğü mutlakçı düzeylerde kutsayan ve yer yer