Osmanlı modernleşmesinde ilk adımlar

Geçmiş tarihimizi bırakın gelecek oluşturmak için, günümüzdeki durumları değerlendirmek ve yönetmek için bile yeteri kadar bilmiyor, geçmişin deneyim ve olaylarından ne yazık ki ders almıyoruz. Geçen günlerde izlediğim bir televizyon programında Dr. Naim Babüroğlu, "Geçmiş, araç kullanırken zaman zaman bakılan dikiz aynası gibidir. Özellikle kritik durumlarda göz atmak gerekir. Yoksa arkada kaldığını düşündüğümüz birikim gelir size çarpar ve umulmadık hasarlar verir" sözleriyle enteresan bir değerlendirme yaptı. Alfabe değişikliği yaptığımız günlerin üzerinden çok uzun bir süre geçmesine rağmen halen geçmişin birikimlerini, içinde ders alınması gereken pek çok şey bulunan yazılı belgeleri günümüz insanının anlayacağı şekilde yaşam kültürümüze dahil edemedik. Üzerinden çok uzun zaman geçmesine rağmen hâlâ geçmişimizle barışıp, iyi kötü ders alıp önümüze bakamıyoruz. Son zamanlarda büyük bir hızla geçmişin eserleri, belgeleri modern alfabe kullanılarak basılıyor. Ancak büyük bir çoğunluk bu kitaplarda yazılanları anlayamıyor, bin yılların birikim ve deneyimlerinden faydalanamıyor. Birkaç kişi, "Merak eden Eski Türkçe öğrensin" teranesiyle toplumun büyük bir bölümünün önünü tıkıyor. Eski Türkçe öğrenmek bir marifet değil, eski kelime bilgisi olmayan bir kişinin Arap alfabesini öğrenmesinin hiçbir faydası yok, önemli olan kelime bilgisi ve derinliği. Bu eksiklik geçmişe ait bilgileri akli değil, nakli olarak değerlendirmemize neden olmakta. Nakli bilgi, nakledenin yorumuna açıktır. Nakledenin bilgi birikimi veya niyeti doğrultusunda dejenere edilebilir. Bunun için önemli olan asıl kaynaktır, o ne söylüyor, onun değerlendirilmesi gerekir. Modern cumhuriyetin inkâr edilmesi mümkün olmayan büyük atılımları, çağdaş uygarlık seviyesine erişmek için yaptığı ve yapmayı düşündüğü pek çok eğitim faaliyeti var. Ancak toplum hayatında hiçbir şey ani olarak gündeme gelemez ve uygulanamaz. Her reform hareketinin uzun yıllara uzanan bir geçmişi vardır. Osmanlı İmparatorluğu son dönemlerinde çağ dışı kalmış ve yıpranmış bir devlettir. Benzer pek çok imparatorlukta olduğu gibi tasfiyesi kaçınılmazdır ve ister istemez de tasfiye olmuştur. Daha XVII. yüzyılın ortalarında bu durum bazı devlet yöneticileri tarafından fark edilmiş ve çağdaş atılımlar yapılması için tedbirler alınmaya çalışılmıştır. Ancak devletin bin yıllar süren uluslararası ticaret ağının dışında kalması, ekonomik olarak sıkıntı çekmesi bu atılımların yeteri kadar başarılı olmasına mâni olmuştur. Diğer yandan pek üzerinde durulmayan bir durum da Osmanlı İmparatorluğu'nun çok dilli, çok inançlı, çok uluslu bir devlet olmasıdır. 1789 Fransız İhtilali'nin getirdiği milliyetçilik duygusu imparatorluğun ayrışmasına ve devlet bütünlüğünün bozulmasına neden olur. Saygıdeğer dostum Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, akademik hayatının başlangıcından itibaren Osmanlı bilim tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla, Osmanlı'nın bilim konusunda yaptığı araştırmaları, geri kaldığı dönemlerdeki atılımları araştırmakta ve bu konuda çok sayıda yayını bulunmaktadır. "Osmanlı Modernleşmesinde İlk Adımlar" isimli son kitabında daha önce çeşitli dergilerde yayınladığı beş makalesini yeniden derlemiş ve okuyucuya, geçmişin deneyimlerinden faydalanmak isteyenlerin bilgisine sunmuştur. 1980 yılında "Türkiye'de Basılan İlk Kimya Eseri" isimli makalesi ile başlayan bu serüvenin her daim devam etmesini temenni ederim. İlk makalesindeki, "İhmal edilen, hatta yok farz edilen Osmanlı dönemi bilim ve teknoloji tarihiyle ilgili yurt içinde ve dışında akademik çevrelerin dikkatini çekmek, bilgi ve literatür üretmek için milli ve milletlerarası sempozyumlar düzenlemeye başladık" ifadesi yaşam boyu süren bir çalışmaya dönüşür (s. 24). Bilim dünyasında batı ile giderek açılan arayı fark eden yöneticilerin ve aydınların üç farklı kanal yoluyla gelişen ve geliştiği ülkelerin büyük atılımlar yapmasına neden olan modern bilim ve teknolojileri tanıma ve uygulama yoluna girmelerine yol açar. Batı dillerinden yapılan tercümeler, Osmanlı elçilerinin yazdıkları sefaretnameler ve en önemlisi kurdukları yeni askerî eğitim kurumlarıdır. Niçin bilim konusunda gelişmiş ülkeler ile aramızda bu kadar büyük bir fark oluşmuştur Bir dönem Osmanlılar kendilerini her bakımdan Avrupalılardan üstün kabul etmektedirler. Kuruluşunun ilk yüz yıllarında Osmanlıların gerek ekonomik gerekse mali durumlarının iyi olması, zengin maden kaynaklarına ve güçlü bir askerî örgütlenmeye sahip olmaları, her tür savaştan galip çıkmaları böylesi bir düşünce yapısının oluşmasına yol açar. Ancak bu süreçte gözden kaçan bir gerçek vardır. Kuruluşunu takip eden yıllarda devlete hizmet eden insanlar arasında ırk, din, dil ve renk ayrımı yapmaksızın eşit bir adalet uygulayan imparatorluğun döneminde dünya yüzünde bir benzeri yoktur. Bu dünya görüşü, batı tekniğinin Osmanlılara ilk transferi döneminde Hıristiyan asıllı Bosnalı ve Sırpların, Avrupa'nın daha uzak ülkelerinden gelen Macar, İtalyan ve Alman uzmanların, bulundukları ülkelerde ağır baskılar gören Musevilerin, daha sonraki tarihlerde Fransız, İngiliz, Hollandalı ve Polonyalı teknisyenlerin Osmanlı Devleti'nin hizmetine girmelerini sağlar. Bir dönem Osmanlı Devleti'nin Batı'dan teknoloji transferini sağlamak üzere "Taife-i Efrenciyan" adında bir grup kurdukları da bilinmektedir (s. 41). Ancak bu topraklarda üç şeytan önemli rol oynar, "Haset, geciktirmek ve sonra". Tüm çabalara karşın XV. yüzyılın sonlarından itibaren büyük bir hızla devlet yönetimine hâkim olan bu üç şeytan, imparatorluğun giderek güç kaybetmesine ve batı ile arasının bilim ve teknolojik olarak açılmasına neden olur. Kişisel girişimler