Sonunda, ''Öğretilmiş çaresizliğin kurbanı'' yeni nesillere mi vardık

Çok trajik bir intihar vak'ası karşısında, müslüman camianın ve müslüman cemaatlerin oluşturdukları eğitim ve hayır kurumlarının, öğrenci yurtlarının saldırı konusu olması, mâlûm kemalist- darbeci-laik taifenin her zamanki tavırlarından olduğu için; onlardan alkış alsaydık, asıl o zaman, 'Nerede bir yanlışlık yaptık ki, bu taife bizi alkışlıyor' der ve kendimizi sorgulardık. (Bu arada sosyal medyada, o taifeden birisi, ilginç bir teklifte bulunup, 'Eleştirilerle vakit geçirmeyelim, biz de 'gerici'ler gibi, öğrenci evleri ve yurtları tesis edelim.' diye yazdılar.) Ağır bir ruhî bunalım ve tükenmişlik sonunda kendi dünya hayatına son veren bir genç insan karşısında, bazı kimselerin, intihar edene, hem de bizim inancımız adına, ağır hükümlerle saldırmaları karşısında, bu gibi yaklaşımların doğru olmadığına da değindiğim, 14 Ocak tarihli ve, 'Gördümki, âteşte, cımbızda yokmuş, Fikir çilesinden büyük işkence..' başlıklı yazım üzerine bazı eleştiriler aldım. O yazıda, '...22-23 yaşında bir gencimizin büyük iç buhranlar geçirip, 'intihar'ı çıkış yolu olarak görmek gibi bir noktaya geldiği (...) son derece sâkin, akıllı ve saygılı bir tarzda şikayetlerini, çıkmazları nı açmazlarını anlatmaya çalışırken, derûnunda korkunç kasırgalar estiği anlaşılıyordu. (...) Bu genç, Hayatı ve anne-babasının inanç dünyasını anlamadan reddetmek noktasına gelmiş, yapayalnız bir hayat zindanında sıkışmış, (...) o çemberi kırıp çıkacak bir gücü bile kalmamış; çareyi, çekilmez zannettiği bu hayattan intikam almak istercesine, intiharda görmüştü.(...) O fecî akıbet karşısında da, yüreğim parçalandı.' demiştim. Ama, o genci 'kaatil..' diye suçlayan hışımlı yazarların yaklaşımlarını da eleştirmiştim.. Çünkü kaldıramadığı hayat yükü karşısında tutunacak hiç bir dalı kalmamış bir insanı -ölümünden sonra da olsa- anlamaya çalışmak yerine, onu 'kaatil' diye saldırı hedefi yapmak, çok sert idi. Ben de bu satırlarım dolayısiyle eleştirildim. Eğer, yanlış yaptığımı görür veya iknâ edilirsem, kendimi sorgulamayı bir de ahlâkî bir gereklilik bilirim. Ama, ölmüş ya da hayatta kalsa bile cinnet, ruhî bunalım geçirmiş bir kimse hakkında, -o haller kesinleşirse-, yargılama durur, cezaî hüküm açıklanmaz, dosya kapanır.Evet, 'intihar'ın büyük günahlardan olduğuna dair birçok hadis-i nebevî 'rivayet'leri vardır. Ama, bu hükümlerin günlük hayata aktarılışında, insanların kalbini yaralamaksızın nasıl ortaya konulacağının bir mes'ele olduğu, bu son örnekte de görülmedi mi Bir örnek verelim..Adnan Menderes'in büyük oğlu Yüksel, m.vekili iken, 1972'de; bir elinde Kur'an-ı Kerîm, bir elinde babasının fotoğrafı, evinin mutfağında havagazını açıp intihar etmiş ve o da aynı sert hükümlerle, 'günahkâr' olarak nitelenmişti, bazılarınca.. Ama, onun ve babasının hazin akıbetinden dolayı, o son yolculuğunda ülke çapında milyonların gözyaşıyla uğurlanmıştı. Bir okuyucunun, bir rûhiyatçı imişcesine gönderdiği mesaj da ilginçti.. Şöyle diyordu, özetle: 'Sizin neslinizden birisinin, bizim yeni nesillerin meselelerini anlamaya çalışan bir dikkat ve rikkatle, kalb hassasiyetiyle bakması dolayısiyle teşekkürler.. O gencin dile getirdiği şikayetlerin yersiz olmadığı unutulmamalı, ama, bunun için elbette mücadele etmek varken, sadece 'intihar'ın düşünülmesi, adetâ bir 'tükenmişlik sendromu..' ya da, 'öğretilmiş bir çaresizlik' örneği sergilenmesi, trajik bir yöntem.. Herhalde, bu yöntem sadece insanlar değil, diğer canlılarca da benimsenmiyor; belki, 'fil ve akreplerin çaresizliği' hikayesi ayrı..'Fil'ler hortumlarıyla bir ağacın gövdesini sarıp sökebiliyorlar..