Yakın tarihimizin azınlıklarla ilgili bir sayfasını aralayınca

Sami Kohen, 1940'lı yılların başlarını anlatırken "Toplumu sarsan olayların o küçük yaşlarda bile etkilerini hissettik biz. Biri 1942'deki Varlık Vergisi. Bunun yanı sıra yirmi kura ihtiyatlar olayı. Bu olaylar bilhassa azınlıklar arasında çok büyük tedirginlik yarattı" diye söze giriyor."Varlık Vergisi"nin yol açtığı sıkıntıları çok iyi hatırlıyordu Kohen. İstanbul'daki Selanik Bankası'nda muhaberat müdürü olan babası Albert Kohen'e amatörce bir çabayla çıkarttığı "La Boz de Türkiye" isimli cemaat gazetesi için astronomik bir vergi tahakkuk ettirilmişti. Babasının bütün birikimlerini koyması yetmediği gibi çalıştığı bankadan oldukça yüklü bir kredi de alması gerekecekti Varlık Vergisi'ni ödeyebilmesi için.Kohen, bir soru üzerine babasının yaşı nedeniyle askerlik meselesinden etkilenmediğini, ancak büyük ablası Mari'nin kocası Vitali Yanni'nin askere çağrıldığını anlatıyor. Eniştesi, bu sırada Sirkeci'de dükkânı olan bir tüccardı.Vitali Yanni, askerden döndüğünde bu kez Varlık Vergisi ile karşılaşacaktı. Kohen, eniştesinin başına gelenleri şöyle anlatıyor "Ver Elini Dünya" başlıklı nehir söyleşi kitabında Nihal Boztekin'e:"Büyük ablam kocasıyla beraber İsrail'e göç etti. Çünkü Vitali, Varlık Vergisi'nin ekonomik açıdan yıktığı tüccarlardan biri olarak mağazasını satmıştı. Askerlikten kalma kötü hatıraları da olduğundan 'Biz burada kalamayız' dedi ve çekti gitti."Sami Kohen'KULÜP' DİZİSİNİNDAVET ETTİĞİ SORGULAMAGazeteci olarak duayen kimliğinin yanı sıra eşsiz bir insan olan Sami Kohen'e geçen ekim ayında 93 yaşında veda ettik. Büyük bir ilgiyle okuduğum hatıratında beni en çok düşünmeye sevkeden bölümlerden biri, İkinci Dünya Savaşı yıllarında küçük bir çocukken yaşadığı bu olaylar oldu. Aradan çok uzun yıllar geçmiş olsa da bu olayların izleri Sami Kohen'in zihninde bütün canlılığıyla duruyordu.Yakın zamanlarda Netflix'in Türkiye'de büyük yankı yaratan "Kulüp" dizisini izlerken Sami Kohen'in aktardığım bu çocukluk anıları da hep benimle birlikteydi. Bu dizi sanatsal açıdan son derece etkileyici bir yapım olması ve muhteşem oyunculuk performanslarıyla haklı bir beğeni topladı. Bunu yaparken, "Kulüp" pek çok insanı yakın tarihimizin ciddi bir sorgulamasıyla da baş başa bıraktı.İkinci Dünya Savaşı'ndaki Varlık Vergisi'nin ayrımcı bir şekilde uygulanması, ayrıca bu vergiyi ödeyemeyen azınlık mensubu vatandaşların ceza olarak çalışma kamplarına gönderilmesi, 1955 yılındaki 6-7 Eylül hadiseleri... Evet, bütün bu hadiseler tarihimizin bugün vicdanları rahatsız eden yalın gerçekleri.Bu konu üzerinde düşünürken, Kohen'in hatıratının da tetiklemesi üzerine okuduğum, Rifat Bali'nin 2008 yılında yayımlamış olduğu "Yirmi Kur'a Nafıa Askerleri" başlıklı kitabı da yakın tarihimizin üzerinde pek durulmayan bir başka sayfasını bütün çıplaklığıyla karşıma çıkardı.ASKERLERE TÜFEKDEĞİL KAZMAKÜREK VERİLİYORSami Kohen'in de büyük tedirginlik yarattığını söylediği "Yirmi Kura İhtiyatlar Olayı", 1941 yılı nisan ayında, Varlık Vergisi'nden çok önce başvurulmuş olan bir uygulama. Kararın alındığı tarih Nazi ordularının Yunanistan'ı işgal ettiği döneme denk geliyor.Tek Parti döneminin bir gizli Bakanlar Kurulu kararı ile 1894 ile 1913 yılları arasında doğmuş olanlar, yani o tarihte 28 ile 47 yaşları arasında olan bütün gayrimüslim vatandaşlar ihtiyat olarak askere alınıyor.Tam 20 devreye, yani kuraya denk geldiği için "Yirmi Kur'a Askerleri" de deniyor. Ankara'daki ABD Büyükelçiliği raporlarına göre toplam sayıları 30 bin dolayında tahmin ediliyordu.Yaşları itibarıyla büyük bir çoğunluğu zaten askerlik görevini tamamlamış olan azınlık mensubu vatandaşlardır. Ancak bu kez ihtiyat görevi için çağrılmakla birlikte gerçekte askerlik yapmayacaklar, doğrudan Nafıa Vekâleti'nin, yani Bayındırlık Bakanlığı'nın emrine verilerek devletin yol, tünel, havaalanı gibi altyapı işlerinde amele olarak çalıştırılacaklardır. "Nafıa Askerleri" denmesinin nedeni buydu. Onların eline silah değil, kazma ve kürek veriliyordu.Farklı oldukları şuradan da anlaşılmaktadır. Asker üniforması değil, değişik bir renkte koyu kahverengi bir üniforma giymektedirler.VİTALİ HAKKO ASKEREALININCA MAĞAZAYA KİM BAKTIBu şekilde yeniden askere alınan insanların önemli bir bölümü yaşları gereği çoluk çocuğa karışmış, iş güç sahibi insanlardır. İşlerinin yürütülmesini eşleri, çocukları, kardeşleri üstlenmek durumunda kalır. Çoğunun düzeni altüst olur. Vakko markasının yaratıcısı Vitali Hakko da bu durumdaki vatandaşlardan biridir. "Hayatım Vakko" başlıklı hatıratında apar topar askere alındığında mağazasının yönetiminin ablası Bella'ya kaldığını yazıyor.Her kesimden insan vardır aralarında. Varlıklı insanlar olduğu gibi dar gelirliler de... Eşi askere çağrıldığı için "beş kuruşsuz" kalıp kirasını ödeyemediğinden evden çıkıp çocuklarıyla birlikte akrabalarının yanına taşınanlar da...İŞYERİNDEN ALIPGÖTÜRDÜLER,BAZILARINISOKAKTAN ALDILAR Rifat Bali'nin kitabında doğrudan bu olayları yaşamış olan insanların tanıklıkları üzerinden aktarılan dökümde en sıkıntılı sayfalarından biri, bu vatandaşların bir bölümünün evlerinden ya da işyerlerinden alınıp götürülmesidir. 1913 doğumlu olan Vitali Hakko bunlardan biridir. Hatıratında şöyle anlatıyor:"Polisler mağazamıza geldiler, 'Vitali sen misin' dediler. Ben 'Evet' deyince de koluma girip 'Hadi askere' dediler. Onlara boşu boşuna askerden yeni döndüğümü, bu işte bir yanlışlık olduğunu anlatmaya çalıştım. Yanılan benmişim... Askerden dönmüş olmamıza rağmen birçoğumuz evlerimize haber veremeden, birer suçlu, birer kaçak gibi işyerinden alınıp askere sevk edilmiştik."Vitali Hakko şanslıydı, çünkü işyerinden alınmıştı. Nafıa askerlerinin bir bölümü de yoldan toplanmıştır. Görevliler özellikle gayrimüslimlerin ikamet ettiği sokakların başında bekleyerek işe giden insanların kimlik kontrolünü yapıp yaşları tutuyorsa toplanma merkezlerine götürmüştür. Bu uygulama "kordon kurulması" diye adlandırılıyordu.Anlatımlara göre, Musevilerin yoğun yaşadığı Galata Kulesi'nin bulunduğu Kuledibi'ne tam bir kaos ortamı hâkim olmuştu. Bazıları polise yakalanmamak için arka sokaklardan kaçıyordu.Bu arada, aynı aileden baba-oğul birlikte götürülenler de vardı.SULTANAHMET'TEKİ TEL ÖRGÜLERİNARKASINDAKİİNSANLARKitabın bana en çok dokunan bölümlerinden birini özellikle aktarmak istiyorum. Toplanan insanların bir bölümünün Sirkeci, bir bölümünün ise Sultanahmet'teki toplanma merkezlerine götürüldüğü, daha sonra buradan Anadolu ya da Trakya'ya sevk edildikleri anlaşılıyor.Sultanahmet'e getirilenler Sultanahmet Camisi'nin ana giriş kapısının önünde Dikilitaş'ın hemen yanındaki meydanda tel örgülerin arkasında toplanmıştır. Sevkiyat yapılmadan önceki bekleme döneminde