Destandan bir satır

Genzi yakan bir barut kokusu vardı arazide... Gökyüzünü kızıla boyayarak geniş bir yay çizen top mermisi az öteye düştüğünde kendini yere attı... Ve karanlık... Gözlerini açtığında nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Sıhhiye çadırındaydı. Etrafta telaşla koşturan askerler vardı. Eyvah... Yaralanmış olmalıydı... Başını hafifçe kaldırıp baktı. Sol bacağının üzerine kalın bir battaniye seriliydi. Bacağını kıpırdatmaya çalıştı. Yok... Hiç his yok... "Bacağını kesebiliriz" diye bir ses duydu. "Fena yaralanmış." "Hayır" diye inledi genç asker. "Yapmayın." Dayanılmaz bir acı, çadırdaki ışığı yutarak bacağından yukarı doğru tırmandı. Yine zifirî karanlık... Gözünü açtığında; "Lütfen bacağımı kesmeyin" diye inledi. "Lütfen." "Kestiler bile" dedi yanındaki sedyede yatan asker. "Bu kadar korkma, bir şey olmaz." "Beni eve gönderecekler" diye inledi genç adam. "Daha iyi ya, çocukların yok mu Sevinirler işte." "Çocuklarımla vedalaştım ben" dedi genç asker sert bir şekilde. "Beni bekleyen yok." "Ben vedalaşamadım" dedi yan sedyedeki asker hırıltılı bir sesle. Sesi çok zor çıkıyordu. "Çocuğum iki ay sonra doğacak. Savaş o zamana kadar biter değil mi" Cevap vermedi. Eğilip bacağına baktı. Bir parçası kopmuştu. Evden ayrılırken hissettiği şeye benzer bir duyguya kapıldı. Oğlu; "Ne zaman döneceksin baba" diye sormuştu. O da kulağına eğilip, "Bilmiyorum oğlum. Dönmezsem sen annene bakar mısın"