Bize pratik zekâ değil akıl lazım!

"Zekâ" ve "akıl", birbirleriyle yakından ilgili kavramlar olsalar da aynı şey değiller.Zekâ, bir kişinin hızlıca öğrenme, anlama ve problem çözme gibi yeteneklerini ifade eden bir terim. Akıl ise, deliller ve argümanlara dayanarak sonuç çıkarma ve mantıklı düşünme kabiliyetini işaret ediyor.Akıl, zekâyı kullanarak eldeki bilgileri analiz etme, seçenekleri değerlendirme, kanaatlere varma, yani tekil noktalar arasındaki ilişkileri fark edip onları birleştirerek bütünsel bir kavrayışa erişme kabiliyeti.Yüksek zeka sahibi kişiler hızlı öğreniyor, günlük hayatta karşılaştıkları problemleri pratik yollarla çözme konusunda öne çıkıyorlar.Ancak bir insanın zeki olması, akıllı olmasını garanti etmiyor.Zeki insanların hepsi, karar verme, kavramları, nesneleri, tecrübeleri, çok boyutlu olarak birbirine bağlayıp zihinlerinde kendilerine mahsus, tutarlı bir "anlamlar bütünü" oluşturma süreçlerinde zekâlarını etkili bir şekilde kullanamayabiliyorlar.En zor matematik problemlerini anında çözüverenler, yaptıkları hesapların ne işe yaradığını, nerede ne maksatla kullanıldığını doğru düzgün kavrayamayabiliyorlar!Tehdit edip korkutmaya gönderildiği adamı maharetle bulup kendini ele verecek hiçbir delil bırakmadan darp eden mafya fedaileri, yaptıklarının içtimai, siyasi, iktisadi sebep ve neticelerinden tamamen bihaber olabiliyorlar.Kulüplerini geri ödenmesi mümkün olmayan borç yükleri altına sokma pahasına şampiyon yapan futbol kulübü başkanları, o an alkışlansalar da yaptıklarının aslında kulüplerinin geleceğini mahvetmek olduğunu fark edemeyebiliyorlar.Zekâ, olan bitene büyük bir hızla intibakı, eldeki meseleyi bir an önce anlamayı ve çözmeyi sağlıyor.Akıl ise sabırla, yavaş yavaş, dura dura düşünmeyi, parçalar arasındaki ilişkileri, eldeki meselenin hem "sağını ve solunu", hem de "siyakını ve sibakını" keşfetmek için epeyce ince bir işçiliği gerektiriyor.Türkler olarak pratik zekâ sahibi olmakla övünüp duruyoruz."Akıllı adamların" uzun uzun düşünüp taşınıp kurguladıkları sistemler içinde açıklar keşfedip istismar etmemizi zekâmızın delili gibi görüyoruz.(Seksenli yıllarda Almanya'da ankesörlü telefonları jeton şeklinde dondurulmuş buzlarla çalıştırıp bedava arama yapan "pratik zekâlı" soydaşlarımızın hikâyeleri ile eğlenirdik.)İstikamet sahibi olmasa da, zikzaklar yapıp dursa da "bir şekilde" gemisini yüzdüren "kaptana" itibar ediyoruz.Ülkemizde, aldıkları rüşvetle zenginleşen devlet memurlarının, malzemeden çalarak yaptıkları inşaatlardan kazandıkları paralarla lüks hayatlar süren müteahhitlerin, siyasi nüfuzlarını kolayca paraya tahvil eden siyasetçilerin "pratik zekâlarına" şapka çıkarıyoruz."Sistemi"