Hakikat hakikaten hakikat midir

Birçok insan hakikati, kesin, tam ve somut bir gerçeklik olarak görür, sadece bu gerçekliği her insanın farklı bir şekilde tecrübe ettiğini düşünür.

Tarihi, milattan önce beş yüzlere kadar giden, Hint menşeili, fili tarif eden körler hikayesi, bu varsayım üzerine kuruludur: Fil (hakikat) tamamen belli, somut ve tektir. Fakat körler (yani hakikati bütünüyle ve olduğu gibi algılama kabiliyetinden mahrum insanlar) onun ancak kendi bakış açılarından görünen kısmını fark edebilir ve kusurlu algılarıyla vakıf olabildikleri kısmı filin (hakikatin) tamamı sayarlar.

Bu kadim meselin varsayımı, içinde yaşadığımız postmodern çağın en temel ilkelerinden olan insan zihninden bağımsız tek bir mutlak hakikatin reddi ve "hakikatlerin" sosyal ilişkiler çerçevesinde "inşa edilen" öznel (sübjektif) gerçeklikler olarak kabulü ile çelişir.

Mutlak hakikatin reddi, tanrıyı tahtından indirip yerine insanı, insan aklını, hissini, arzu ve heveslerini oturtan hümanizm dinini benimsemenin kaçınılmaz bir neticesi.

İnsan aklı ve hislerinin üzerinde herhangi bir anlam ve otorite kaynağı tanınmadığında "hakikat" de insan sayısınca çeşitlenmiş oluyor.

Çünkü insanların farklı öznel beğenileri nasıl tartışmaya açık değilse (zevkler ve renkler tartışılmazsa) herkesin "farklı öznel hakikatlerinin" olabileceğinin de kabul edilmesi ve bu "hakikatlerin" her birine ayrı ayrı hürmet gösterilmesi bekleniyor.

Tabi geleneksel hakikat anlayışı ile kökten çelişen, "bireysel hakikat versiyonlarının" insanlardan (ve kurumlardan) hemen itibar görmesi kolay bir şey değil!

Bir "hakikat versiyonu", ona inananların sayısının arttığı ölçüde kabul görüyor.

Buradan da "hakikatin sosyal bir inşa olduğu" argümanına varıyoruz.

Bu argümanları daha anlaşılır kılmak için somut bir örnek üzerinden gidelim.

Mesela bir şizofreni hastası, "hakikatte" var olmayan kimseleri bizzat kendi gözüyle görebilir, onlarla konuşabilir, hatta onlara dokunabilir.

Bu kişinin gördüğünün hakikat olmadığının delili, etrafındakilerin onun gördüklerini görmemesi, duyduklarını duymamasıdır.

Yani "etrafındakiler" de bu kişiyle aynı tecrübeyi yaşarsa Onun gördüklerini görür, duyduklarını duyarsa

İşte o zaman "öznel bir hakikat versiyonu", kolektif bir "hakikat" olmaya terfi etmiş olur!

Eğer neyin hakikat olduğunu "etraftakiler" belirliyorsa o zaman hakikat "sosyal bir inşa" demektir.

Bu açıdan bakıldığında bireyin ve toplumun benimsediklerinin dışında, insandan bağımsız bir "hakikat" yoktur!

Mesela "insanlar su üzerinde yürüyemezler, havalanıp uçamazlar, kim neyi benimserse benimsesin bu