Komşunun penceresine bakmak

Hayır hayır.
Bacağı kırıldığı için evde oturmak zorunda kalan gazetecinin, can sıkıntısından etrafındaki pencereleri gözetlemesi sırasında bir cinayete şahit olmasını anlatan "Arka Pencere" isimli Alfred Hitchcock filminden bahsetmeyeceğim.

İçine kapanık bir gencin işlediği küçük bir suçtan dolayı ev hapsi cezasına çarptırılmasını, onun da zaman geçirmek için komşu pencerelere yöneltmesini ve şehirde terör estiren seri katilin komşusu olduğunu öğrenmesini anlatan "Şüphe" filmini de anlatmayacağım.

Her akşam malum sebepten dolayı üç defa balkona çıkıyorum.
(Dizilerde sigara yasak olduğu için belki öyküde de yasaktır diye adını söylemedim.)

Neyse, bir akşam balkona çıkışımda, Amerikalıların "on ikiye çeyrek kala yönünde" diye tarif ettikleri, yani kafamı kırk beş derece sola çevirince gördüğüm pencere ilgimi çekti.

Akşamdı ve kalın perde çekilmemişti. Sadece tül perde vardı ve içerideki ışık da açık olunca her şey meydana çıkıyordu.

Don Kişot'un yel değirmenleriyle savaşı gibi, süper marketlere direnen mahalle bakkalının iki kat üstündeki bu daire ile aynı hizadaydık.

Tüh, bir kere insanın gözü takılınca alışkanlık hâline geliyor.

Elbette mahreme saygı gerekir ama...

Sonraki günlerde, o odanın ışığının akşamdan sabahın erken saatlerine kadar hep yandığını fark ettim.

Geçen sene Kurban Bayramı zamanlarıydı sanırım, odanın ışığı sönüverdi.
Ve bir daha da yanmadı.

Bir gün bakkala uğradığımda aklıma geldi. Ama Niyazi Amca yoktu, onun yerine Sancho Panza'ya sordum: