ALLAH, DEVLETE ZEVÂL VERMESİN!..

Ev'le yuva farklı anlamlar taşır. Ev; hâne, konut yaşanılan mekândır. O mekân, çadır da olabilir, gecekondu veya konak da!.. Birinin, sevdiği biri için iyi dileğini dile getirdiği "başını sokacak bir yuvası olsun" duasındaysa yuva ve mekân kelimeleri aynîleşmiş ve eş anlam kazanmıştır. Nitekim, bu topraklarda asırlardır şu güzel vecize söylenegelir: -Dünyada mekân, ahirette imân!.. İnsanı, dünyada mekân sahibi olması rahata kavuşturur, ahirette ise imân sahibi olması kurtarır. Vecizede denklemin bir yanına mekân, diğer tarafına imân sahibi olmanın konması mânidardır. Eşitleme kastı taşımaz fakat evlenerek yuvaya ve başını sokacak bir eve kavuşmanın değerine işaret için mübalağa san'atından istifade edilmektedir Yarım asır sonraki insanlar, milletlerin koronavirüs salgını yüzünden aylarca evlere kapandığını, 3 sene maskeyle dolaştığını, hayatın birçok sahada kısıtlandığını, Türkiye'de 101 bin, dünyada 6 milyondan fazla insanın öldüğünü işittiklerinde inanacak fakat bu gerçeği kavramakta zorlanacaklardır. Zira I. Dünya Harbi'ndeki kaybımız 3 milyon, İstiklal Harbindeki 37.975 bindir. Aynı savaşta dünyada ölen insan sayısı ise 16-19 milyon arasındadır Bizden öncekilerle bizim nesillerin hayatında kiraya ev bulmanın ne kadar çetin olduğunu şurada anlatsak zor inanılır. Dikkat edileceği gibi ev sahibi olmaktan söz etmedik. O, zaten imkânsız ötesi görülüyordu: Osmanlı Cihan Devleti dağılmış, arka arkaya girilen harplerle millet fakirleşmiş, ardından gelen sosyal çalkantılar ve II. Cihan Harbi, yoksulluğu bir daha yoksullaştırarak vatandaşı yamalı elbise ve çarıkla dolaşma mecburiyetine düşürmüştü. Bu talihsizlikten kurtulmak, 14 Mayıs 1950'de işbaşına gelen DP-Demokrat Parti iktidarıyla mümkün oldu. Bu dönem hükûmetleri için bugün bir sıfat kullanmak icap ederse "yol hükûmetleri" denebilir. Geç Osmanlıda başlayıp erken Cumhuriyette devam eden demir yolu gayreti pahalıydı. Bütçe, fikrin hayat bulmasına elvermiyordu. Adnan Menderes, ülkeyi kara yollarıyla tanıştırdı ve şartların el verdiği ölçüde vatanın dört bir yanına yollar açıldı. Kara yolarının açılması, mevcut demir yollarının da iyileştirilmesi, bu defa ictimâî hayatta bir başka gelişmeye yol verdi. Bunun adı "köyden şehire göç"tü. Türkistan'dan Anadolu'ya sevinçle geliş ve Rumeli'den hazinle dönüşten sonraki en büyük yer değiştirmeydi. Bu iç göçle fakir Anadolu aileleri, taşını- toprağını altın gördükleri İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlere ve şehirlere hicret etmeye başladılar. İç göç 40 yıl sürdü. Bu müddetin yarısında çilekeş Anadolu halkı, büyük şehirlerin çeperlerine yerleştiler. Has Türkçe, şehre küstüm mıntıkalarındaki bu derme-çatma mekânlara hemen bir isim buldu "gecekondu". Gecekondularda mahrumiyetler içinde yaşayan özüne sâdık kalmış millet, Avrupa etkisiyle bozulmaya yüz tutmuş şehirleri fethe gelmiş dost ordular gibiydiler. Ama bu taraflarını kendileri de anlamıyorlardı. Bu gece kondu sakinlerinden bazıları, zaman içinde şehirde kapıcı olarak bodrum katlarında kendilerine yer buldular. Bazıları, daha sonra, iktidarlara tırmanacaktır. Köyden şehire göç, netice itibarıyla arz-talep kanununu işletti. Nüfus, köyde, kasabada, küçük şehirde azalıyor fakat Ankara, Adana, İzmir, İstanbul gibi merkezlerde artıyordu. Bugün Lübnan 5 milyondur. Fakat 2016'da Brezilya'da gördük ki bu memleketteki Lübnanlı 12 milyondur. I. Dünya Harbi'nin rüzgârı onları buralara savurmuş. Yarın Suriyeliler