'Romantik'ihânet
Genlerinde Asyâî olan bir kavim nasıl bir anda Avrupâî olabilirdi ki Kültür, örf, din ve dil bağı hiç olmayan bir toplulukla aynı kazanda nasıl kaynayabilirdi İşte bu toplumla aramızda bağ kurma görevi Cumhûriyet dönemi romanlarına düşüyordu.
Cumhûriyetle birlikte sosyal bloklaşmadan çok yeni rejimin yılmaz bekçileri genç öğretmenler, devlet yanlısı muhtarlar ve "ucûbe görünümlü" din adamlarına yoğunlaşmıştır.Atalar, babalar ve torunlar zincirini bozarsanız o millet başka bir kimliğe bürünür.Milletler olumlu mâzileriyle yaşadığı sürece mutludurlar. Mâziyi didiklemezler; çünkü içindeki hayatlarıyla mâzi arasında kopmaz bir bağ vardır. Mâziyi yaşayan atalar, hâli yaşayan babalar, âtîyi yaşayacak olanlar da evlât ve torunlardır.Atalar, babalar ve torunlar zincirini bozarsanız o millet başka bir kimliğe bürünür.Bu değişimin müşahhas mîmarlarından Cumhûriyet dönemi romancısıYâkup Kadri'nin"Kirâlık Konak"eseri bu konuyu iyi özetler. Y. Kadri bu konuyu tasdîk, tesbît veyâ tenkît mi eder, bunu ocuyucuya bırakmak lâzım.Târihi, çağlara ayırıp adlandırmak zordur. Ancak târih bilimcileri îtibârî olarak İlk Çağ, Orta Çağ, Yakın Çağ ve daha öncesini de Taş Devri, Tunç Devri vs. gibi devrelere ayırmışlardır. Hepsi teoridir.Hele Taş Devri gibi saçmalıklar insanlık târihi için hezeyandır.Yapay zekânın, teknolojinin ve dijital dünyânın arkasından bakarak önceki insanlara bühtân etmek en azından saygısızlıktır. "Kem âletle kemâlât olmaz" fehvâsınca o insanlar bu hâlde bile kemâlât sınırlarına dayanmışsa onlara lâf edemeyiz. Onlar sâdece daha huzurlu yaşamak için mükemmel şehirler kurdular, san'at eserleri yaptılar, estetizme değer verdiler. Çünkü onlar insandı. Savaş için ürettikleri ise sâdece ok, yay ve kargı idi. Toplu imhâ silâhları yoktu. Bir savaşta binlerce kişi ölmüyor ve bir o kadarı da hayatlarının sonuna kadar kâbus yaşamıyorlardı. Şimdi bizler -hani küçük görüp burun kıvırdığımız insanlardan farklı olarak- ekonomilerimizi silâh yapımına, insan neslinin kökünü kazımaya adayıp kimyâsal ve nükleer silâhlar üretiyoruz. Biz savaşmıyoruz. Kendimiz dışındaki insanları yok etmeye çalışıyoruz. Acaba hangimiz daha ilkelizBiz artık istesek de mâzi ile bağ kuramayız. Biz onları anlayamayız. Onlar bizi görselerdi "Bunlar hangi canavar neslin versiyonudur" derlerdi.İlk insanlar daha çok söyledi; biz yazıyoruz. İlk insanlar kahramandı, destan sâhibiydi. İlk insan barınabilmek için biraz toprak peşindeydi, biz doymak bilmeyen bir iştihâ ile dünyâyı parsellemek istiyoruz.Târihte Truvalılar bir sahte atla şehre sızdılar, bu târih boyunca kahramanlık değil, sahtecilik olarak algılandı.Bugün devletler câsus teşkilâtlarıyla, yeraltı faaliyetleriyle ve uydularla birbirlerinin açığını aramakla meşgul.Önceki insanlar savaşlarını kahramanlık destanlarıyla anlattılar. Bu destanlar başlangıçta hep sözlüydü. Sonra onları taşlara, derilere, papirüslere döktüler. Mağara duvarlarına boyalı resimler yaptılar. Bu yazılı veyâ sözlü destanlarda hırs ve kin yerine icraatlar, kahramanlıklar, millete adanmış emeller vardı. İnsan fıtratında devâmlı gelişme esas olduğu için her şeyde inkişâf oldu. İnsan ağladı, güldü, eğlendi, düşündü, estetizm istedi; bütün bunları evvelâ söze sonra yazıya döktü.ESKİ YUNANTrajedi, komedi (tiyatro) felsefeKadîm Yunanhiç şüphesiz bunlarda liderdir.Hint ve Çindüşünce sistemi daha sınırlı ve millîdir. Söz, şiir ve hitabetteAraplarhep başı çekmişlerdir. Dikkat edilirse bu milletler hep kendi coğrafyalarında yaşamışlardır.Geniş Asya bozkırlarında yaşama savaşı veren kavimler verimli toprak hevesiyle at sırtından inmediler; binlerce kilometre mesâfe katettiler. Bu hâlde bile bu bozkır insanlarının da bolca destanları ve sanatları vardır.Târihin en eski taş yazılı belgeleri, heykel ve balbalları Türklere âittir. Bu kavim bir de sâbit mekân olsaydı neler yapmazdıMODERN DESTANLAR ROMANLAR MITabîî ki değiller ama gelişmeler o mecrâya akmış. Bu konuya hikâye de eklenebilir, fakat tiyatroyu bundan ayrı tutuyoruz. Çünkü tiyatro eskiRoma'da Diyonizos (Roma adı Bacchus) "Bağ Bozumu"âyinlerinden türeyen dînî ağırlıklı bir ritüeldir. Sonra bu tarz, modern çağa uyarlandı.Roman bambaşka bir seyir tâkip etti ve son çağın en çok okunan edebî türü hâline geldi.Avrupa romanı sosyal ve realist, Rus romanı ise romantik ve kilise (Ortodoks) kokan bir yapıda idi.İngiltere, İspanya, İtalya ve Fransız romanlarını Rus romanı ile aynı kefeye koymak mümkün değildir.Fransız romanı İhtilâl sonrası tavrıyla kilise karşıtı, ahlâkî ve dînî duyguları belki de karşısına bile alan bir yapıda gelişti. "Madam Bovary"örneği düşünülmeli.Fransızlar dindar kitleye göz kırpan ve kilise lâbirentleri arasında yok olan adâleti vurgulamak için "Sefiller" ve kilise çanları arasında kaybettiği şahsiyetini bir mutlak olumsuz aşk ütopyasıyla birleştirip kendi çapınca Kilise jüristokrasisine baş kaldıran bir hilkat garîbesinin romanı olan "Notre Dame'ın Kamburu" adlı romanlarla dünyâyı salladılar.AYRI BAŞLIK: RUS ROMANIRus romanının 1917 Devriminden sonrası çok önemlidir. Dev romancıDostoyevski, sosyalizmi dînî bir sorun olarak görmüştür.Ruslar İhtilâl'den evvel koyu Ortodoks bir toplumdu. Dostoyevski de bu fertlerden biriydi.Rus Romanı'nın şafağı Dostoyevski ise tepe güneşleri "Doktor Jivago" ile Boris Pasternak ve "Gulag Takım Adaları" ile Aleksandr Soljenitsin'dir. Araya sıkışan bir sürü müthiş edip. Tolstoylar, Gogollerve diğerleriTabîî amacımız dünyâ romanını enine boyuna incelemek değil. Konumuzu ilgilendiren başlıklarla Türk romanına doğru yaklaşmak istiyoruz.Adını andığımız romanlarla, bizim başlangıç ve hattâ Cumhûriyet döneminin ilk romanlarını mukâyese bile edemeyiz.Avrupa'da da romanın öyle asırlara dayanan bir mâzisi de yok. Daha garîbi târihin ilk romanıEndülüslü İbn Tufeyl'in eseri "Hayy bin Yakzan"dır. Veyâ daha eski olarak Japon yazarıMurasaki'nin 973 yılında yazdığı "Genji'nin Hikâyesi"dir.Bunlar modern roman türünün başlangıcı değildir.Don Kişot'u başlangıç olarak alırsak bu türü 1600'lü yıllara kadar indirebiliriz. Ama esas Avrupa ve Rus Romanını 19. asra uzatmak gerekir. Aynı dönemde biz de romanlar yazdık ama niye ilkel görünümlü oldu Çünkü onların hayatları roman türüne uygundu. Biz önce tercüme ve adaptasyonlarla bunlara ayak uydurmaya çalıştık ama hiç uygun adım yürüyemedik. Nobel ödüllü romanımızdan bile Avrupa romanları KADAR YÜKSEK TINILI BİR FREKANS TUTTURAMADIK.MONOKRATİK ROMANLAR MI DEMOKRASİ ROMANLARI MIBu konu bizim için geçerli değildir. Avrupa'da sistem değişikliği halk için değil üst tabaka için önemliydi. Halkın örflerinde sistemlerin değişmesiyle bir farklılık olmadı. Fransız Devrimi ile Avrupa'da lâisizm ve sekülerizm hızla yayıldı. Buna rağmenKatolik, Ortodoks ve Protestanakîdeleri değişmedi. Halk yine Papa ve Patriklere bağlılıkta fütur göstermedi. Ferden lâik ve sekülarist olsalar bile, devlet yine de dînî akîdelere meyyâl idi. Bugün dahi Noeller, yortular halk ve devlet tarafından coşku ile kutlanmaya devâm ediyor.YA BİZDE NE OLDUTürk toplumu birkaç merhale ile en çok kabuk değiştiren toplum oldu. Merkezî otorite ilk def'a "Sened-i ittifak" ile zedelendi. Sonra sırasıylaI.veII. Meşrûtiyetler,İttihadcıların monokrasisi, sonrasaltanatın ve Hilâfet'in ilgâsı Bunlar Avrupa'daki devrimlere hiç benzemezdi; halkta panik ve deprem etkisi meydana getirdi. Özellikle saltanatın ve Hilâfet'in ilgâsı Avrupa devletlerinin bile becerebileceği(!) işler değildi. Avrupa'nın Katolik Dünyâsı, Papalığı sımsıkı muhâfaza ederken birçok krallar veyâ kraliçeler de yerlerini korudular. Patrikler ve Ortodokslar için de durum aynıydı. Amerika dâhil birçok ülkede resmî törenlerde, başkan, bakan ve üst bürokrat atamalarında İncil'e el basılıyor.İşte bizdeki bu baş döndürücü inkılabâtın aynası romanlar olmuştur. Roman gerçeğin romantizmi ise elbet gerçekleri ya aksettirecek veyâ şartlandırma ile halkı yeni rejime adapte etmeye zorlayacaktı.TanzîmatveServet-i Fünûnromanları, ifşâ edilmeye başlanan aşkın romanlarıdır. Artık tül ve şemsiye arkasındaki yüzler açılıyor, cumba arkasındaki kızlarPera'da boy gösteriyor, yere atılan mendiller tarihe karışıyor, kâtipler dâireleri yerine sokak aralarında setre pantolonları ile baston veyâ asâlarını vurarak ince bıyıklarını büküp güzellere kur yaparken, zâdegân ve bürokrasi aristokratları Boğaz'daki yalılarında piyano veyâ kemanları ile konçerto çalan yeni yetme kızların nâmeleriyle kendilerinden geçiyorlardı. Tabîî ki ellerinde de kadehlerle1850-1900 yılları arasında Türk toplumu başkalaşmaya yüz tutmuş, 1920'lerden sonra bu toplum tanınmaz hâle gelmiştir.İSLÂM'DAN VE TÜRK TÖRESİNDEN HIZLI KOPUŞBu yılların en büyük meselesi ne Doğulu ne de Batılı oluşumuzdur. Genlerinde Asyâî olan bir kavim nasıl bir anda Avrupâî olabilirdi ki Kültür, örf, din ve dil bağı hiç olmayan bir toplulukla aynı kazanda nasıl kaynayabilirdi İşte bu toplumla aramızda bağ kurma görevi Cumhûriyet dönemi romanlarına düşüyordu. Yeni edebî türün yeni yazarları ya İstiklâl Savaşı'na katılmış, hem dindar gibi görünen hem de yeni sistemin romantik kalemşorları olmalıydılar. MesalâHâlide EdipveYâkup Kadrigibi. Burada maksat Mütâreke dönemi veyâ doğrudan İstiklâl Savaşı'nı anlatan romanlar değildir. O apayrı bir konu. Bu yüzden bizim konumuz "