ŞEYH SAİD HÂDİSESİ: ÇÖZÜLMEYEN MUAMMA

Resmî beyana göre İngiliz ajanı gerici ve bölücü bir hâin, Kürtlerin çoğuna ve bazı dindarlara göre idealleri için canını feda etmiş bir kahraman, hatta bir evliya... İdamının üzerinden neredeyse bir asır geçti. Ama mezarı bile belli değildir...

Anadolu ihtilali, İttihatçı mahalli teşkilatın yardımıyla kurulup yayıldı. Bunun bulunmadığı yerlerde hoca ve şeyhler ile Kürtlerin desteğini aldı. Zamanı gelince de hepsini tasfiye etti. 1921 anayasasının Kürtlere vadettiği otonomi rafa kaldırıldı. Hilafetin ilgasıyla iki halkı birbirine bağlayan bağ da çözüldü. Kürtler, zaten "Türk" idi, olmasa bile asimile edilmesi muhtemeldi. Buna bazısı razı geldi, bazısı gelmedi.

Cumhuriyetin ilk zamanlarında çıkan onlarca Kürt ayaklanması, milliyetçi birer hareket olmaktan ziyade, basit zabıta vak'alarının büyütülmesinden doğmuştur. Birtakım siyasî problemlerin amme efkârından saklanması ve yeni rejimin potansiyel hasımlarının bertaraf edilmesi için fırsat olarak görülmüştür.

Bunların en mühimlerinden biri Ankara'yı aylarca uğraştıran ve güç belâ bastırılan Şeyh Said hâdisesidir. 16 Şubat 1925 tarihinde başlayan ayaklanma, giderek yayılmış; 15 Nisan 1925'te Şeyh Said'in yakalanmasıyla son bulmuştur. Hâdise, Anadolu'da 1919 sonlarında başlayan dahili harbin safhalarından biridir; ama sonuncusu değildir. Fakat doğurduğu neticeler, yakın tarih cihetinden büyük ehemmiyet arz eder.

Düğündeki kıvılcım!..

Şeyh Said, Palulu bir Nakşibendî şeyhi ve aynı zamanda köy ağası idi. Hazret-i Peygamber soyundan geldiği için mıntıkada çok itibarı vardı. Şeyh Ali Septî'nin oğlu olan babası Şeyh Fevzi Hınıs'a göç etmişken; Rus işgali sebebiyle Diyarbekir'in Piran köyüne hicret etmişlerdi. Sonradan Erzurum milletvekili olan Fuat ve Abdülmelik Fırat'ın dedesidir.

13 Şubat 1925 tarihinde Diyarbekir'in Piran adlı köyünde cereyan eden bir aşiret düğününde, bazı jandarma askerlerinin kadınlara laf atması üzerine galeyana gelen gençlerle askerler arasında kavga çıktı.

Karakol kumandanı, aşiretin reisi pozisyonundaki Şeyh Said'den hâdisenin fâillerini teslim etmesini istedi. Bunlar aynı zamanda asker kaçağı idi. Şeyh, düğün sebebiyle bütün aşiretlerin burada olduğunu, hâdise çıkmasından korktuğunu, düğünden sonra bu kişileri teslim edeceğini söyledi. Bu tavrı, isyan olarak değerlendirildi.

Doğu elden gidiyor!

Şeyh Said, artık geri dönülemez bir yola girdiğini görünce, işi ciddiye aldı. Bir sene evvel kaldırılan halifeliği ihya misyonu ile müttefikler toplamaya girişti. Bazı Kürt aşiretleri ve âlimleri kendisine destek verdi; bazıları sonradan desteğini çekti veya para ile elde edildiler. Zaman zaman Şeyh Said ile karıştırılan Said Nursî, Ankara tarafında yer almış; 'Cumhuriyet askerine silah çekilmez' diyerek devletten yana tavrını koymuştur.

Şeyh Said, 16 Şubat 1925 tarihinde harekete geçti. Birkaç koldan ilerleyip, üzerlerine gönderilen orduları da mağlup ederek Genç, Çapakçur (Bingöl), Maden, Siverek, Varto ve nihayet Elaziz'i düşürdü.

Hükûmetin örfî idare ilan etmesine rağmen, 10 bin kişilik bir kuvvetle Diyarbekir kuşatıldı. Halkın yardımıyla şehre girildiyse de, geri püskürtüldü. Sultan Hamid'in Suriye'de sürgünde yaşayan ve hiçbir şeyden haberi olmayan oğlu Şehzade Selim Efendi halife ilan edildi.

Örfi idare

Kapatılmış Kürd Teâli Cemiyeti'nin yerini alan Azadi adlı gayriresmî Kürt cemiyeti, Şark'ta aynı zamana denk gelen bir ayaklanma çıkarttı. Şeyh Said'in bu cemiyetle bağı yoktu; ancak kayınbiraderi ve Cibran aşireti reisi albay Halil Bey, Kürt milliyetçilerindendi. Bu sebeple Cibran aşiretinin desteklediği Şeyh Said hâdisesi, Kürtçü bir ayaklanma zannedilmiştir. Hâlbuki Şeyh, Kürt değil, Zaza idi.

O sıralar hükûmetin icraatlarından şikâyetçi bir kitle, Ankara kahramanlarının yer aldığı, cumhuriyetçi, fakat liberal Terakkiperver Fırka etrafına kümelenmişti. İstanbul gazeteleri de hükûmeti alabildiğine tenkit ediyordu.

Ortalığı teskin için ılımlı Fethi (Okyar), Başbakanlığa getirilmişti. Fethi Bey, hâdisenin örfi idare (sıkıyönetim) ile hallolacağını söylediyse de siyasî rakipleri için bu bir fırsattı. Fethi Bey vazifeden alınarak, İnönü 3 Mart'ta tekrar iktidara getirildi.

Ertesi günü Takrir-i Sükûn Kanunu'nu çıkararak sert tedbirler aldı. Bazı aşiretlerin elde edilmesiyle, 26 Mart'ta ayaklananlar bozguna uğratıldı. Bir yakınının ihbar ettiği Şeyh, 25 Nisan'da Varto yakınında yakalandı.

İdamlar aylarca sürdü

Hukukçu olmayanların vazife yaptığı, kararlarının temyizi bulunmayan; hukuk ve adalet gibi mefhumlardan tamamen ârî politik ihtilal mahkemeleri devreye girdi. Diyarbekir İstiklâl Mahkemesi, hakikaten Kürt milliyetçisi olan birkaç kişiyi beraat ettirirken, 63 yaşındaki Şeyh Said'i 28 Haziran 1925'te Kürtçülük ithamıyla idama mahkûm etti. Hüküm, 20 Eylül 1925'te infaz edildi. Cesedi Dağkapı'da askerî mıntıka içinde meçhul bir yere gömüldü.

Hâdiseyle alâkası bulunmayan, ama Kürtçülüğün ideologlarından olarak görülen Seyyid Abdülkâdir ve oğlu da İstanbul'daki evlerinden alınarak Diyarbekir'e götürüldüler ve 27 Mayıs'ta Ulucâmi önünde asıldılar. İdamlar aylarca sürdü. 500'e yakın kişi asıldı. Harekât mıntıkasındaki köyler bombardıman edildi. Ayaklanmayla doğrudan alâkası bulunmayan sivil halktan binlerce kişi öldürüldü. Seyyid Abdülkâdir ve Şeyh Said'in aile ve aşiretleri dağıtıldı.

Ankara, icap ettikçe Kürtçü veya şeriatçı olarak lanse ettiği ayaklanmanın, Türk ordusunun Musul'a girişini engellemek için İngilizler tarafından çıkarıldığını veya desteklendiğini iddia etti. Hâlbuki Musul'un akıbeti Lozan'da anlaşılmıştı.

Şeyh Said ayaklanması, basit bir zabıta vak'ası ile başlayan, yani uzun uzadıya planlanmış olmayan dinî bir ayaklanmadır. Şeyh, mahkemedeki müdafaasında da hep buna işaret etmiştir. O zamanki bazı ulema, Şeyh Said'i gayrimeşru gördüğü hükûmete karşı davasında haklı bulmakla beraber, alt edemeyeceği bir güce karşı çıktığı için tenkit etmiştir. Şeyh, resmî ajandaya göre hain, bazı Kürtlere göre millî davaya hizmet eden bir kahramandır.