Osmanlılar neden meal yazmadı
Osmanlılar zamanında neredeyse hiç Kur'ân-ı kerim meali yazılmadı.Peki, insanlar lisanı Arapça olan bu kitabı nasıl anladılar
Osmanlılar, Kur'ân-ı kerimi okudular, en güzel şekilde yazdılar, içindekilerle de halisane amel etmeye çalıştılar. Peki lisanı Arapça olan bu kitabı nasıl anladılar Neden Türklerden bugüne gelmiş bir tane bile mealtercüme yokturProtestanların İncil'e yaptığı gibi Kur'ânı da tercüme edip, dinini sadece onu okuyarak öğrenmeyi tavsiye eden mealcilik cereyanı doğup yayılmıştır. Bu, 1500 senelik bir köklü ananenin ve zengin bir mirasın bir çırpıda reddi demektir.Kur'ânı anlamadan okumak faziletlidir. Ama anlayarak okumak elbette efdaldir. Bunun için evvela Arapça öğrenmek icap eder. Kaldı ki dini anlamak için yegâne kaynak Kur'ân değildir. Ondan çok daha şümullü sünneti bilmeden din hakkında fikir sahibi olunamaz.Bu ikisini anlayabilmek için de dinîaltyapı sahibi olmak, ilmihalini ve peygamberinin hayatını bilmek icap eder. Yoksa ilkokul talebesinin eline üniversitede okutulan matematik kitabını vermekten beter netice doğar.Âyetlerdeki ilahi murad bir tane olmayabilir. Bir âyet çeşitli cihetlerden başka başka manalara delâlet edebilir."O'na kavuşmak için vesile arayın!" mealindekiâyette (Mâide: 35) geçen vesile, iman, sâlih ameller, Peygamber, Kur'ân, mezhep, fakih, tasavvuf gibi çok çeşitli şekilde tefsir edilmiştir. Hâlbuki meallerde yazarın seçtiği bir tanesi yazar.Vaktiyle (1989) benim de yakından tanıdığım Ankara İlahiyat'tan Salih Akdemir, Türkiye'deki meallerdeki hatalara dikkat çeken bir kitap kaleme almıştı. Bu hatalar sadece Arapça ve Türkçeyi iyi bilmemek, modern ilme vâkıf olmamak, diğer dinîilimlerde zayıf olmaktan değil, ticarî ve nefsî emellerden kaynaklanmaktadır.En az hatalıGeçenlerde safdil sayfiye komşum emekli bir öğretmen, elif'i tanımadığı hâlde, şurdan burdan bakarak meal yazmış, bir nüsha da bana verdi. Ne diyeceğimi bilemedim. Bugün ehil olsun olmasın herkesin bir meal yazmaya kalkışmasının maksadı ne olabilirMesele Kur'ânı anlamaksa, piyasada neden bir tane değil, birbirini tutmayan yüze yakın Türkçe meal vardır Peki bunları okuyup da dini öğrenen ve hükümlerine yapışan babayiğitler nerededir Meal okumayanlarda dindarlık nispeti çok daha fazladır.Diyanet İşleri Başkanlığı, 30'larda Hamdi Yazır'a bir tefsir ve meal yazdırmışken, ne olmuştur da 1961'de ilk defa (kaderi imanın şartı saymamasıyla tanınan) Hüseyin Atay ve Yaşar Kutluay'a bir meal yazdırmıştır Yoksa Türkçe ibadeti tekrar dile getiren 27 Mayıs darbecilerinin arzusu mudurMamafih mealin önsözünde zamanın Diyanet İşleri Reisi Hasan Hüsnü Erdem diyor ki:"Kur'ân-ı kerimin yalnız manasını ifade eden sözleri Kur'ân hükmünde tutmak, namazda okumak ve aslına hakkiyle vâkıf olmadan ahkâm çıkarmak caiz değildir. Hiçbir terceme aslının yerini tutamaz. Kur'ânda, muhtelif manalara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek, çeşitli manalarını bire indirmek olur ki, verilen tek mananın, murad-ı ilahi olduğu bilinemez. Bunun için, Kur'ân tercümesi demeğe cesaret edilemez. Kur'ânı tercüme etmek başka, tercümeyi Kur'ân yerine koymağa kalkışmak başkadır."Reis yazısını şu ibretlik cümle ile bitiriyor: "Bu mealin, benzerleri arasında belki hatası en az olmak vasfını taşıdığını söylemek yerinde olur." Nitekim kendi mealinin geride kalacağından endişelenen Hasan Basri Çantay, bu mealdeki hataları sıralayan bir yazı yazmıştır. Hâlbuki kendi mealinde Salih Akdemir'in tespit ettiği hatalar da bundan az değildir.Orta mektepte ArapçaHer şeyi usulüyle yapmaya alışkın Osmanlılarda mealtercümeye rastlanmamasının sebebi, ihtiyaç duyulmamış olmasıdır. Evet, tarihin en dindar cemiyeti, mealtercümeye itibar etmemiştir. Kur'ânın hitabına kıymet vermediğinden değil, meseleyi özünden kavradığı içindir.Bir kere okumuş yazmış, bir başka deyişle mürekkep yalamış kitlenin buna ihtiyacı yoktur. Zira medresede birkaç sene okumuş her Osmanlı okuduğu âyetin manasını sathi de olsa anlar, lazım gelen manevi zevki hissederdi. Kur'ândan hüküm çıkarmak zaten ayrı bir şeydir, bir ilmî ihtisastır.Mesela Fatiha suresini okumuş her Türk kolayca anlardı. Suredeki 18 kelime, Türkçede de kullanılan kelimelerdir. Sadece "iyyake" Türkçede kullanılmaz.Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, "Her Müslümanın hiç değilse namazda okuduğunu anlayacak kadar Arapça öğrenmesi layıktır. Arapça bilenle bilmeyen arasındaki fark, insan ile iki kulaklı arasındaki fark gibidir" buyururdu. Ancak bir Müslüman için namazda okuduğu âyetlerin manasını bilmemek ne kadar utanç verici ise, biraz Arapçasına güvenip bunlardan hüküm çıkarmaya çalışmak da o kadar tehlikelidir.Eskiden sadece medresede değil, rüşdiye (orta) ve idadilerde (lise), hatta askerîmekteplerde bile ulum-i diniyeden başka, Fransızca yanında Arabi ve Farisi dersleri vardır. Burada iki lisanın grameri ananevi ve manzum şekillerde öğretilirdi. Rüştiye mezunları Latin harflerini de okur yazardı. Biz bu mekteplerin en düşkün zamanındaki sıradan mezunlarını gördük ve tanıdık. Şimdiki üniversite mezunlarına on kat fark atarlardı.Bu mektepleri şimdi bazı mezunlarının Kur'ânı yüzünden bile doğru okuyamadığı imam-hatip mekteplerine veya 8-10 sene ecnebi lisan okuyup merhaba bile diyemeyen talebeler yetiştiren normal mekteplere benzetmemelidir.