OSMANLI HANEDANI SÜRGÜNDE NASIL GEÇİNDİ

Sürgüne gönderilen Osmanlı hanedanı mensupları kısa zaman içinde büyük bir sefalete düştü. Bunlara yardım eli uzatmak isteyenler, başka bir engele takıldı. Hudut hârici edildikleri zaman, ellerine tek gidişe mahsus pasaport ve 1000 İngiliz lirası tutarında para verilmişti. Eli açık, hayır hasenata düşkün ve muayyen bir hayat seviyesinde yaşamaya alışmış insanlar için bu paranın ancak çok az bir zaman idare edeceği aşikârdı. Acı hakikat Ne ecnebi bankalarında paraları; ne de diğer hanedanlarla kendilerini destekleyecek akrabalıkları vardı. Hanedanın malî vaziyeti, daha memlekette iken bile, bir-iki tanesi dışında hiçbir zaman iyi olmamıştır. Üç gün içinde ellerindeki menkul eşyayı haraç mezat yok pahasına sattılar. Mülkleri de şunun bunun elinde çarçur oldu. Yanlarındaki nakit para, kendilerini az bir zaman idare etti. Götürebildikleri mücevherler ve yükte hafif pahada ağır eşya satıldıktan sonra, acı hakikat bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı. Sürgünün birkaç ay süreceğini sanmışlardı. Şimdi ne yapacaklardı İngiliz çelmesi Hicaz Meliki Şerif Hüseyin, 11 Mart 1924'te bir beyanname neşretti: "Osmanlı ailesinin İslâmiyete ve Müslümanlara yaptığı hizmetler inkâr edilemez; kahramanlıkları küçük görülemez. Bu aile hakkında verilen son sürgün kararı Müslümanların yüreklerini dağlamış, kalblerini kırmıştır. Bu sebeple, ailenin ihtiyaçlarını karşılamayı ve maişet sıkıntısı çekmelerine mâni olmayı, İslâm kardeşliğinin bir icabı görüyoruz. Ecri büyük olan bu işe iştirak etmek isteyen mertlik erbabının, Mekke-i Mükerreme'de bulunan vekillerimize arzularını bildirmeleri lâzım gelir." Fakir hükümdarlardan olan Şerif, San Remo'daki Padişah'a 2400 lira gönderdi... Ancak İngilizler, Ankara'yı küstürmemek adına, hanedanın para sahibi olmasını istememiştir. Yardım için kendilerine müracaat edenleri de "bütçede yeri olmadığı" gerekçesiyle geri çevirmiştir. Haydarabad Nizamı, hanedanın hâlini öğrenince, esaslı bir yardım etmek istemiş; İngilizleri razı edebilmek için de, Halife'nin meteliksiz ve açlıktan ölmek üzere olduğunu vurgulamıştır. Bu devre ait ve mevzuya dair İngiliz raporları, ailenin sefaletine karşı hissiz, hatta küçümseyici mahiyettedir. Yardım için İngiliz ve Fransız hükûmetine, Hindistan racalarına şehzadelerin yazdığı mektuplar, okuyanın içini parçalar... Böylece sürgünün ilk seneleri inanılmaz sefalet içinde geçti. Sultan Vahîdeddin'in tabutuna alacaklılar haciz koydular. Borçları, Şerif Faysal ve Abdullah ödedi. Hanedan mensubu olup, memlekette kalanların vaziyeti de hiç iç açıcı değildi. Sultan Hamid'in hayattaki zevcesi, hükûmete müracaat ederek, devlet reisi ve ordunun başkumandanın dulu sıfatıyla maaş talebinde bulunduysa da, reddedildi. Miras teşebbüsleri de, Londra-Ankara konsorsiyumu tarafından engellendi... Adnan Menderes iktidara gelince örtülü ödenekten bazı hanedan efradına maaş bağlattı; hanımların sürgünden dönüşüne izin çıkardı... Nefes aldıran evlilik 1931'de Halife Abdülmecid Efendi'nin kerimesi Dürrişehvar Sultan, Haydarabad Nizamı'nın oğlu ile evlenince, hanedanın bir kısmı, biraz gün yüzü görebildi. Nizam, İngilizlerin izin verdiği limit içinde, hanedanı maaşa bağladı. Ama herkese ulaşamayan bu miktar ferdlere dağıtılınca çok cüzi kalıyordu. II. Cihan Harbi'nden sonra Hindistan kurulup, Nizam sürgüne çıkınca, bu da kesildi. Mısırlı prenslerle evlenenler de nisbi bir refaha kavuştu. Sürgün boyunca, hanedana en büyük iyiliği, Mısırlı Prensler Ömer Tosun ve Yusuf Kemal Paşa gösterdi. Prenses Mehveş Fâzıl, evkaftan hanedanın hanımlarına 15 lira maaş bağlattı. 1952'de Mısır'da darbe olup, krallık devrilince, mallarına el konan bu prensler sürgün edildi. Hanedan için ikinci bir felaket doğdu. Allah, sabredenlerle beraberdir Ellerine tahsisat ulaşmayanlar veya yetmeyenler, çalışmak mecburiyetinde kaldılar. Ancak bir meslek ve kariyerleri yoktu. Bu insanlar, herhangi bir iş yapmak için yetiştirilmemişti. Şehzâdeler askerdi ki bu da ecnebi bir memlekette hiçbir kıymet ifade etmiyordu. Sermayeleri bulunmadığı için iş kuramayan hanedan ferdlerinin resmî vazife almalarına da diplomatik münasebetlerin bozulabileceği tehdidi ile Ankara mâni oldu. Çoğu haymatlos (vatansız) olduğu için, birkaç lisan bildikleri hâlde, tahsilleri olsa bile, her mesleği icra etmeleri kanunen mümkün değildi. Memuriyete girmelerini, zenginlerle evlenmelerini Ankara engellemeye çalışıyordu. II. Cihan Harbi de çoğu memlekette hanedan ferdlerini şüpheli şahıs hâline getirmişti. İsmin ve askerlik diplomasının işe yaramadığı gurbette, para getirecek tek şey, bir enstrüman çalmaktı. Nice şehzâdeler, kafelerde bir çingene gibi çalgıcılık yaparak ekmek parası temin etmeye çalıştılar. Kantarcılık, hamallık, taksi şoförlüğü, mezarlık bekçiliği, müzede biletçilik, seyyar satıcılık, bulaşıkçılık yaparak maişetini çıkarmaya çalışan hanedan efradı çoktur. Elinde avcundakini satıp tüketen Ayşe Sultan, "Allah, sabredenlerle beraberdir" meâlindeki "İnnallahe maassâbirîn" âyet-i kerimesini eliyle beze işler, oğlu bunları geceleri sokaklarda ve metroda satardı. Yaşlılar bunu da yapamadılar. Gençler, olur olmaz evliliklere razı oldu. Bir tek Şehzâde Burhaneddin Efendi, petrol şirketinde iş bulmuş; o ve oğulları bu sayede müreffeh yaşamıştır. Halife ve bazı hanedan efradı, ellerindeki serveti idareli kullanarak veya eş-dostun yardımı ile vasat bir hayat yaşama imkânı bulmuşlardır. Onun dışındakiler ümitsizce bir sefalet içinde yaşamışlardır. Gece pazarlardaki çürük meyve ve sebzeleri toplayan hanedan ferdleri vardı. Bunu herkesten saklarlar; kimsenin kendilerine acımasını istemezlerdi. Nitekim "Kaplan sırtı için en tahammül edilmez yük, merhamettir." Çocuklar, ayağı büyüdükçe ayakkabılarının ucu kesilerek idare ederdi. Kutu Yardım eli Müşkül vaziyetteki hanedana, zaman zaman halktan yardım edenler olmuştur. Şehzâde Ahmed Nuri Efendi'ye, vaktiyle iyilikte bulunduğu bir Rum genci bir miktar yardım etmiştir. Zekiye Sultan'ın Pau'da kaldığı küçük otel odasından, otelin sahibi olan Ermeni ücret almamıştır. Kahire'de hastalanan Behiye Sultan'ın ilaç ve bakımını Ermeni