ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ VE TÜRKLER

Trablusgarb'ın 1911'de İtalyanlarca işgali hususunda hükûmetin gösterdiği acz, 400 sene sessiz sedasız ve hilafet makamına itaatkâr yaşayan Arapları uyandırdı. Merkeziyetçilik politikasının iflâs ettiği ve Türklerin elindeki hükûmetin Arap vilâyetlerini er geç dağıtacağı kanaatine vardılar. Böylece adem-i merkeziyetçi cereyan güçlendi. Adem-i merkeziyette, vilayet halkına kendi iç idarelerinde birtakım salahiyetler tanınır.

Balkan mağlubiyetinden sonra, Jön Türklerin elinde Türk olmayan unsurların yaşadığı Arap vilâyetlerinden başka toprak kalmadı. Onlar da bunları elde tutabilmek için evvela İslâmcı propagandaya ağırlık verdiler. Buralara Arap asıllı, ama İttihatçı idareciler tayin etmeye çalıştılar.

Osmanlıcılık ve İslâmcılıktan sonra güya Türkçülük ideolojisini sahiplenip Tetrîk (Türkleştirme) politikasına kayınca, üzerlerindeki ekonomik, politik ve sosyal baskıdan bizar olan münevverler ve basit halk arasında ıslahat talepleri ve milliyetçilik fikri giderek arttı. Araplar arasında adem-i merkeziyetçi cemiyetler kuruldu.

İngilizler, öteden beri Osmanlı hilâfetine alternatif bir Arab hilâfeti propagandasıyla Arap vilâyetleri üzerinde nüfuz kurmaya çalıştılar. Buna mukabil Alman Mareşal von der Goltz; Haleb'in payitaht yapılmasını teklif etmiş; Fransa da bunu desteklemişti.

Çifte Monarşi

Hizbu'l-Lâmerkeziyyeti'l-İdâriyyeti'l-Osmânî (Osmanlı İdari Adem-i Merkeziyetçi Cemiyeti), Kâhire'deki Suriyeli sürgünler arasında, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu vaziyetin, adem-i merkeziyetçi bir sistemle çözüleceği kanaatini taşıyanlarca 1912 yılında kuruldu. Arap entelektüellerinin çok alâka gösterdiği cemiyet, zamanla Arap milliyetçilerinin ve ayrılıkçıların da bünyesine sızmasıyla, Bâbıâli'nin en çekindiği cemiyetlerden biri oldu.

1909'da İstanbul'da Aziz el-Mısrî ve Selim el-Cezâirî'nin kurduğu el-Kahtâniyye, hilâfet çatısı altında Avusturya-Macaristan gibi Arap-Türk çifte monarşisini müdafaa ediyordu. Bir Arab hükümdarın idare edeceği Arab Krallığı'nda mahallî bir parlamento ve hükûmet bulunacak, resmî lisan Arapça olacaktı. Türk-Arab birliği ancak bu şekilde temin ve idame olunabilirdi.

Kahtâniyye, 1910'da dağıtıldı. Buna mensup Arap subaylar İstanbul'da 1913'te el-Ahd Cemiyeti'ni kurdu. Bu cemiyet, Suriye ve Lübnanlı münevverlerin Kâhire'de kurduğu Ellâmerkeziyye otorite krizi yaşadı ve dağıldı.

Bunun devamı mahiyetinde Cemiyetü's-Sevriyyeti'l-Arabiyye (Arap İhtilâli Cemiyeti), artık ayrılıkçı bir teşkilat manzarası vermektedir. Paris'te 1911'de kurulan Cemiyyetü'l-Arabiyyeti el-Fetât da kayda değerdir. Osmanlı meclisinde mebusluk da yapmış olan Tâlib en-Nakîb, Basra'da öteden beri adem-i merkeziyetçi fikirlerin lideri olmuştur.

Zıtlaşmanın sonu

Meşrutiyet devrinde, sadece Araplar arasında değil, Kürdler ve Arnavutlar arasında da adem-i merkeziyetçi, ama hilâfete bağlı cemiyetler kurulmuş; ancak Jön Türklerin zıt politikası sebebiyle zamanla hepsi ayrılıkçı birer teşkilata dönüşmüştür. İmparatorluğun çözülmesinden sonra da bu memleketlerdeki tesirleri devam etmiştir.

Lübnan merkezli Cemiyyetü'l-Islâhi'l-Âmm fî Vilâyeti Beyrut (Cemiyyet-i Islâhiyye) ve en-Nahdatü'l-Lübnâniyye isimli teşekküller, hep Osmanlı hilâfetine bağlı bir Lübnan muhtariyeti için faaliyet göstermiştir. Cemiyyet-i Islâhiyye, 31 Ocak 1913'te Sünnî, Şiî, Hristiyan, Yahudi ve Dürzî azaların iştirak ettiği bir içtimada, Lübnan'da adem-i merkeziyet idaresinin tesisi için 14 maddelik bir program ilan etmişti.

Merkezî hükûmet askerlik, vergi, hariciye, gümrük, posta işlerine bakacak; geri kalanı mahalli meclis yürütecekti. Arapça, Türkçe ile beraber resmî dil olacaktı.

Hemen bütün Arapların tasvip ettiği bu program, Bâbıâli Baskını ile iktidarı resmen ele alan Jön Türkleri memnun etmedi. Cemiyeti dağıtarak azalarını tevkif ettiler.

Bir yandan da Rumeli'de merkeziyetçi politikanın nasıl zararlı neticeler verdiğine şahit oldukları için, 1913'te göstermelik bir adem-i merkeziyetçi vilayetler kanunu çıkardılar. Bu kanunu tatbik etmemekte direnen Beyrut Vâlisi Hâzım Bey'e karşı protestolar ayyuka çıktı. Hükûmet, buna sert bir şekilde mukabele ederek milliyetçi cemiyetleri kapattı.

İkiyüzlü politika

Bunun üzerine halk sokaklara döküldü. Protestolar ve pasif mukavemet giderek yayıldı. Bâbıâli'ye, Dâhiliye Nezâreti'ne ve gazetelere protesto telgrafları yağdı. Bu hadise, Arap milliyetçiliğini körüklediği gibi, Lübnan ve Suriye'nin Fransızların idaresine girme taraftarlarının da elini güçlendirmiştir.

Rumeli'nin kaybı ile Osmanlı İmparatorluğu artık bir Türk-Arap Birliği manzarası arzediyordu. Mutedil Arap entelektüelleri, mekteplerde tedrisatın Arapça olması, mahkemelerde muamelelerin bu lisanda yapılması, vâlilerin Arapça bilmesi gibi makul taleplerde bulunuyordu.

Paris'te faaliyet gösteren el-Fetât'ın 18-24 Haziran 1913'te tertiplediği ve Mısır, Suriye, Lübnan ve Irak'tan delegelerin iştirak ettiği Arap Kongresi'nde buna dair bir karar neşretti. Bâbıâli bunları kabul etti. Cemiyet azaları İstanbul'a gelip Padişah'ı ziyaret ederek hilafet ve saltanata sadakatlerini ilan ettiler.

Jön Türk hükûmeti başta bu taleplere sıcak baktı. 1913 baharında mekteplerde tedrisatın mahallî lisanlarda yapılması kaidesi tatbikata sokuldu. Ardından Arap beldelerindeki memurlara Arapça bilme şartı getirildi. Resmî yazışmalarda Türkçe ve Fransızca'nın yanında Arapça'nın da kabulü esası getirildi. Hatta Araplara hoş baktığını göstermek adına Mısır hıdiv ailesinden (ama Arap olmayan) Said Halim Paşa Haziran 1913'te sadrazamlığa getirildi.