Ah Süfyan ah!
Bir gün, Medine-i Münevvere'de, Peygamber (asm), Hz. Ömer (ra) ile bir hurma gölgeliğinde oturmaktadır. Ve Hz. Ömer'e, âhir zaman hadiselerinden bahsetmekte, âhir zamanın müdhiş şahsı, İslâm Deccal'i olan Süfyan'ın, vasıflarını anlatmaktadır. Tam o anda sokakta, bazı Yahudî çocukları oynamaktadır.
Hz. Peygamberin (asm) dikkatini, o çocuklardan biri çeker. Dikkatle bakar ve sünuhat-ı ilâhî ile istikbalde gelecek olan Süfyan'ın dedesi olacak olan o çocuğa işaret eder. "İşte, sûreti, sıfatı bu, buna benziyor" der. Hz. Ömer, hemen kılıcını çeker ve "Öyleyse, ben bunu öldüreceğim!" der. Peygamber (asm) ferman buyurur: "Eğer bu, Süfyân, İslâm Deccâlı olsa, sen öldüremezsin. Eğer o değilse, onun sûretiyle öldürülmez!" diyerek, burada, iki şeye işaret eder. Birincisi; Süfyan'ın, Hz. Ömer (ra) eliyle öldürülemeyeceğini. İkincisi de, zaten o değilse, ona benziyor diye, adalet-i hakikîyeye göre, öldürülemeyeceğin söyler.
İşin garibi, ileride zuhur edecek olan o Süfyan'ın, en çok beğenip, takdir ettiği, övdüğü şahsın da, Hz. Ömer (ra) olacağını îma eder.
Zaman ilerler. Hz. Peygamber de (asm), Hz. Ömer de (ra) vefat etmiştir. Süfyan'ın dedelerinden olacak olan, o çocuk da ölmüştür. Ama onun nesli devam etmektedir. İslâmiyet terakki ettikçe, dünyaya intişar etmeye başladıkça, zaten, Medine-i Münevvere'de güçleri kalmayan Yahudîler, orayı terk edip, fethedilen İslâm beldelerine göç ederler. Ticaret erbabı olduklarından, gittikleri beldelerin, ticaretlerine el atarlar. Mısır fethedilince Mısır'a, daha sonra Fas'a geçerler. Nihayet, Tarık bin Ziyad'ın İspanya'yı fethedip, orada Endülüs İslâm devletinin kurulması üzerine, o Yahudî ve kabilesi de İspanya'ya göçer.
İspanya'da, Müslüman saltanatı sekiz asır sürer. İçlerine giren fitne yüzünden, birbirlerine girer ve İspanyollar tarafından, Endülüs devletine son verilir. Ama tabiî, Müslümanların bir çoğunu da, işkence ile öldürürler. Ronda'da, yüksek kayalıklardan, canlı canlı atıp, parçalayarak öldürürler.