Seçim yorgunluğundan temsil krizine

Demokrasinin katmanlı olması; genel, yerel, belediye meclisi, cumhurbaşkanlığı ve hatta olabilse bölgesel seçimlerin farklı zamanlarda gerçekleşmesi sağlıklı bir işleyiş için çok önemli. Seçmenin ülkenin yönetimi ile ilgili sadece tek bir hakkının bulunması, bunu da dört ya da beş senede bir kullanabilmesi, arada da başka söz fırsatının bulunmaması sistemin ruhunu öldürüyor. Daha doğrusu bir sistem oluyor ama onun adı demokrasi olmuyor.Buradan bakınca çok güçlü ve denetlenemeyen bir merkezi iktidarın sadece cumhurbaşkanlığı seçimleri ile belirlenmesi temsili demokrasinin ruhuna aykırı. İktidarın ne meclis üzerinden ne de çoğulcu farklı mekanizmalar vasıtası ile halkla temas etmek zorunda olmaması iyi bir şey değil.Türkiye'nin son yirmi yılına bakınca 2018'den bu yana en az seçimli dönemi yaşıyoruz. Başta bu bir avantaj gibi görünüyordu. Sürekli seçim atmosferinde yaşamak en rasyonel konuyu bile seçim polemiklerinin konusu haline getiriyordu. Neredeyse her yıl farklı vesilelerle sandığa gitmek memleketi seçim yorgunu yapmıştı.Şimdi ise yerel seçimler dışında 3,5 yıldır merkezi yönetime sandık yoluyla mesaj verme şansı olmadı. Yerel seçimlerde elbette seçmenin bir mesajı oldu ama onu da görüldüğü kadarı ile iktidar pek almaya niyetli değil.Üzerinden zaman geçtikçe de doğuda belediye başkanlarını görevden alarak batıda da seçilen başkanlara iş yaptırmayarak yerel seçimleri yok hükmünde sayma çabası var. Hani hukuki tabir ile mümkün olsa keenlemyekün, hiç olmamış gibi görülebilse çok iyi olacak.Bahsettiğim sorun, temsilde adalet yönetimde istikrar dengesinde ikincisi lehine birincinin toptan feda edilmesinin bir diğer yönü. Yüzde 501'le başkanlığın belirlenmesi ve meclisin etkisizleştirilmesi yönetimde istikrarı uç bir noktaya taşıdı. Öyle ki istikrar adına kontrolsüz bir iktidar iki seçim arasında neredeyse layüsel, sorumsuz bir güce kavuştu.Bunun dengelenmesi için parlamentoda adil bir dağılım ve seçim barajının makul bir seviyeye inmesi ile kullanılan her oyun büyük oranda temsil hakkı elde edebilmesi gerekiyordu. İttifaklar ile bu bir nebze sağlandı. Ama referandumdaki propagandanın aksine meclisin yetkileri neredeyse tümüyle alınınca bu temsilin çok bir anlamı kalmadı.Diğer denetleme aracı ise hukukun yani yargının ayrı bir güç olarak bağımsızlığı idi. Geldiğimiz noktada yargıya güven Ankara Enstitüsü olarak İstanbul Politikalar Merkezi ile yaptığımız araştırmaya göre dibe vurmuş durumda. Hem iktidar hem de muhalefet seçmeni yargının derdine derman olacağını düşünmüyor.Bu noktada geriye, yargıya ve meclise hesap vermeyen merkezi iktidarı dengeleyebilecek tek unsur olarak milli irade kalıyor. Son yirmi yılın en seçimsiz dönemini geçiriyor olmak da işte burada anlam kazanıyor.Eğer farklı