Netflix de neymiş

Son dönemde, belki de üç beş yıldır, televizyon izleme alışkanlığım epey değişti. Bunda çok yalnız da değilimdir ama en azından kendi adıma konuşayım. Uzun zamandır büyük televizyonlar yerine bilgisayar, tablet ya da telefon ekranından bir şeyler izliyorum. Bir zaman buna meslek icabı mecburdum. Hem çok seyahat hem de hiç birşeyi kaçırmama telaşı nedeniyle telefon ekranına gömülü yaşıyordum neredeyse. Daha sakin bir dönemde bundan kurtulurum dedim ama dozu azalsa da aynı alışkanlık devam etti. Evdeki televizyon da çocuklara kaldı zaten. Akışkanlığın değişmesinin ikinci sebebi de haber bültenlerini ve tartışma programlarını ya 'neyi söylememişler' ya da 'bunu kim adına söylüyorlar' sorusu ile izlemem. Bu takıntımın haklı olmasına gerek yok, mesleki deformasyon diyelim. Benzeri bir yaklaşım basılı gazete okumak yerine haberleri ve köşeleri internetten takip etmeye geçmekte de söylenebilir. Üç aşağı beş yukarı yakın süreçler. Uzatmayayım. Telefonun o avuç içi kadar ekranında bazen de düşük çözünürlüklü programlar izlemek eziyetmiş onu gördüm. Geçenlerde evde televizyonun karşısına oturup ben neyi izlemek istiyorsam değil kanallar arasında gezinirken karşıma ne çıkarsa onu izlemenin keyfini sürdüm.Kocaman ekranda yüksek kalitede gözümü kısmadan izlemenin tadı başkaymış. Karşıma ilk haftanın golleri çıktı. Uzun uzun tanımadığım futbolcuların harika hareketlerine baktım. Odaya giren çocukları gözleri açık bir şekilde alışık şaşkınlıkla geri çıkarken görmek lazımdı. Sonra sıra haber kanallarına geldi. Uzun yıllarımı geçirdiğim, mesleki olarak çok şey öğrendiğim bir kanalda Suriye tartışılıyordu. İşte bu dedim. Gerçi konuşanların çoğunu tanımıyordum ama izledim. Araştırmacı-yazar bir konuşmacı heyecanla Türkiye'nin neden Suriye rejimi ile görüşmesi gerektiğini anlatırken "Her ülkede diktatörleri değiştirmek gibi bir görevimiz mi var. İngiltere'de de kraliyet var. Ne yapacağız yani orada da diktatörlük var diye dert mi edineceğiz." deyince atılan gollerde yükselmeyen nabzım fırladı. Doğru mu duydum diye düşündüm ama arkasından gelen cümleler de teyit edince geçtim. Kısmet bu, aynı konuşmacı bir gün sonra başka kanalda yine karşıma çıktı. Bu sefer yine aynı konuyu anlatırken de 'Rusya ve Amerika da artık bu ülkede fink atmayı bırakacak' dedi. Neyse ki bir gün önceden tecrübeliydim. Sadece üniversitede uluslararası ilişkilerde jeopolitik ve strateji okutan hocalarımı ve fink atmanın stratejik karşılığını düşündüm. Fazla da durmadım.Yine uzun yıllar habercilik yaptığım başka bir kanalda bu sefer cidden hiçbirini tanımadığım beş erkek ki genelde hemcinslerim baya hakimler ekranlara- CHP'yi konuşuyorlar. Tam ne dediklerini anlayamadım. Sürekli bir 'algı operasyonu bunlar', 'tabii konuşamazlar bu konuları' gibi cümleler kullanıp kendi aralarında gülüyorlardı. Fazla uzatmadan başka bir kanala zıpladım. Allah'tan bu sefer konuşmacıları tanıyorum. Sunucu Avrupa ülkelerinde gençlerin ne kadar şansız olduğunu, Türkiye'deki gençlerin fırsatlarını vs. anlattıktan sonra bir gazeteci "Biz araba mı üretiyoruz peki Her ürettiğimiz arabada Almanya'da Hans 'işte Türkler bizim için bir araba daha yaptılar' diye seviniyor, deftere bir araba yazıyor. Neden çünkü ezanı Arapça okuttuğu için Menderes'i astık. Hep bunlarla uğraştık bizi engellediler ve bu haldeyiz" minvalinde cümleler kuruyordu. Endüstri devrimini, Menderes'in ezanı Arapça'ya çevirdikten on yıl sonra darbe ile karşılaştığını, o zamana kadar kaç seçim geçirdiğini hatırladım. Türkiye'deki kapitalist sermaye kesiminin devlete sırtını dayayıp bir yerlere geldiğini anlatsa daha iyi değil miydi diye düşündüm. Bu arada muhalefet liderlerinin adı pek yok. Ya sadece soyadları ya da x parti lideri gibi ifadeler. Ama her cümle 'Sayın Cumhurbaşkanımız' diyerek başlıyor. Erdoğan ile yıllar önce karşılıklı olduğumuz bir yayında üstelik TRT'de