Her şey siyasetin içinde buharlaşıyor

Sandık yaklaşırken elbette doğal olan sandığın en belirleyici faktör haline gelmesi. İç politika da dış politika da seçim özelinde değerlendirilir hale geliyor.Seçimlerde asıl etkili olan dinamiği basitleştirmenin formülünü bulmaya ilk çalışan elbette Türkiye değil. 1992'de Bill Clinton'ın kampanyasının mottolarından biri 'hepsi ekonomi, aptal' şeklinde çevirebileceğimiz, ekonomiyi tek ve mutlak belirleyici olarak tanımlama çabası idi.Sonra "ekonomi"nin yerine çok farklı kelimeler geldi. "Siyasetin başı sonu yereldir" ifadesi de özellikle dış politikayı ya da ulusal ölçekteki karmaşık sorunları yerel dinamiklere indirgeyen başka bir yaklaşım. 2023 seçimlerine şunun şurasında aylar kaldı. Gazete Pencere'de Nuray Başaran'ın haberine göre takvimin hangi gün başlayacağı, Resmî Gazete'de seçim ilanının yapılacağı tarihlere kadar artık masada. Dolayısıyla takvim hızlandı. Böyle olunca da seçim psikolojisi çevredeki tüm unsurları kendi etkisine alıyor.Seçim ekonomisi, bazı siyasi kararların seçim sonrasına ertelenmesi, maliyetli dış politika adımlarının atılmaması ya da jeopolitik gerilimlerin kaşınarak iç siyasete alet edilmesi de hoş olmasa bile alışıldık gelişmeler.Türkiye'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendi bekasını ve iktidarını gelecek seçimlerin odağına koyması ise bu tecrübeyi başka bir seviyeye taşıdı.Her şey seçime endekslense de bazı unsurlar hiç değişmez diye düşünülür. Ya da öyle olması gerektiği varsayılır. Bunun başında da hukuk gelir. Sonuçta kanunlar seçimden seçime değişmez. Sandıktan önce de sonra da aynı kurallar herkes için geçerlidir. Hatta seçimin nasıl olacağı bile hepsinden önemlisi hukuki bir süreç olarak kodlanır.Ülkemizde ise mahkeme kararlarının hukukun değil siyasetin konusu ve uzantısı olduğu bir süreçten geçiyoruz. Gezi davasında Osman Kavala ve diğer isimlerin aldığı cezalardan, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkındaki karara, mahkemelerin ihalelere ilişkin içtihatlarından en son İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na siyasi yasak getirmesine karar bütün yargı sistemi siyasal gündem ve iktidarın önceliklerine göre hareket ediyor.Eğer "Hepsi ekonomi, aptal!" tespiti doğru ise siyasetin ekonomiyi esir almasını beklemek de normaldi. En son yüzde 55 olarak açıklanan asgari ücret zammı da seçime giderken ekonominin ne kadar siyasallaştığının ayrı bir göstergesi oldu. Yüksek enflasyon oranları karşısında asgari ücretlinin maaşının artmasını beklemesinden de daha doğal bir durum yok.Ama enflasyonla mücadele için hiçbir politika uygulamayıp hatta enflasyonun ha bugün ha yarın kontrolden çıkması riskini barındıran stratejiler takip edip, görünürdeki fotoğrafın değişmesi için de baz etkisine güvenildiği ortamda asgari ücreti bu kadar rahat artırabilmek seçim ekonomisinin ötesinde bir önceliğe işaret ediyor.Seçimde istediği sonucu almak adına seçim sonrasını bu kadar göz ardı ederek hareket etmek tüm ekonomik gerçeklerin siyasetin içinde buharlaştığını söylüyor. Öyle ki insan "iktidar seçimden sonra kazanmama ihtimaline mi oynuyor" diye düşünmeden edemiyor.Ekonomik maliyet seçim sonrasında o kadar yönetilemez bir hale gelmeli ve muhtemel yeni iktidar öylesi bir fotoğrafla karşılaşmalı ki takip eden seçimde yeni