29 Ekim'de bir şey oldu

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve Cumhuriyet'in 100. yılı tüm yurtta ve yurtdışı temsilciliklerde düzenlenen etkinliklerle kutlandı. Basma kalıp bu cümle TRT bültenlerinin bayram haberlerinin vaz geçilmezi idi.

Bu sefer tam öyle olmadı. Aslında kutlama oldu ama düzenlenen değil düzenlenmeyen kendiliğinden etkinlikler daha öne çıktı.

Hemen her konuda ayrışmayı, sırf diğeri siyah dedi diye beyaz demeyi başarabildiğimiz için bu bayramda da uçlara gider miyiz diye baktım. Sanki öyle değildi.

Evet, iktidar yetkilileri Atatürk demeden, Atatürk fotoğrafı kullanmadan hafta sonunu geçirmeyi tercih ettiler, farklı bir kesim ise başlarken de bitirirken de neredeyse içinde Atatürk geçmeyen cümleleri ayıkladılar. Dememeyi büyük günahlar arasına koydular.

Ama sonuçta laf olsun diye değil milyonlarca insan sokaklarda, evlerinde, işyerlerinde, sosyal medya hesaplarında Cumhuriyet'in bir asrı doldurmasını kutladı.

Şöyle birkaç adım geri adım atıp Pazar günü yurt çapında olan bitenlere bakınca bir şeyler olduğu açık. Ya da zaten olup bitmekte olan bir süreç hafta sonu görünür hale geldi.

Muhalefete oy veren kitlelerin üzerine Mayıs ayındaki seçimlerden bu yana ölü toprağı serpilmişti. Bir yanda 'bu iş bitti' havası ile seçime giden liderler grubu, diğer yanda 'acaba' diyenleri bile bozgunculukla suçlayan muhalif basın ile geniş bir kitle yeterincenin ötesinde gaza getirilmişti.

Düşülen yerin yüksekliği artınca arkasından gelen travma da daha sert oldu haliyle. "Bu sefer de üstelik bu havaya rağmen" kazanamamış olmak iki tur arasındaki 14 gün içerisinde, tavan yapmış bir özgüvenden derin bir hayal kırıklığına dönüştü.

Üstüne de muhalefet liderlerinin neredeyse hepsinin hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam etmeleri hayal kırıklığını derin bir uçuruma çevirdi.

O derinlikten çıkmayı ancak Cumhuriyet'in 100. Yılı sağlayabildi. Üstelik bu sefer muhalefetteki neredeyse hiçbir aktör tek başına öne de çıkamadı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun programı başka zaman büyük bir alan kapatabilirdi. Ama ülke genelindeki duygu fazlasıyla baskın olunca o da büyük resmin bir parçası oldu.

İktidar kesiminde haliyle fotoğraf biraz daha farklı.

Çocukken bayramları TRT'den izlemek büyük keyifti. Her şehirde en büyük statta ya da ana caddede, Ankara'da Hipodrom'da üstü açık klasik arabalardan vatandaşı selamlayan devletli zevat, yılın en büyük misyonunu icra eden askeri bando ve arka arkaya dizilmiş kamu görevlileri, ellerinde bayrak taşıyan kortej.

Aylarca çalışan öğrencilerin resmî ideoloji çerçevesinde medeniyet fotoğrafı verme çabaları da eş güdüm içerisinde hareket eden resmi plakalı araçlar da bütün o kurgu gibi demokratik dünyada sakil duruyordu gerçi.

O zaman bana garip gelen, neden o törende olduklarını anlamadığım orman genel müdürlüğüne bağlı arazözlerin bile anlamlı olacağı dönemleri görmek de varmış. Sonuçta devlet dediğiniz sağlık araçları ile, itfaiyeler, arazözler, tek tip kıyafetli öğrencilerle o günün şartlarında bile epey sivil bir şeydi. Pazar günü devlettin sadece ordusu vardı.

Eskiden ne doğru ne yanlıştı ayrı mesele ama AK Parti ile devlet algısının darala darala sadece askere, savaş gemilerine ve uçaklara gerilemesinin anlattığı çok şey var. AK Parti Türkiyesinin milyonların mobilize olduğu Cumhuriyet'in birinci asrında güç olarak, değer olarak, başarı, geçmiş ve gelecek olarak tüm kurgusunu askeri üniformalar, savaş gemileri ve uçakları üzerine kurgulaması gelinen noktayı anlatması açısından çok önemli.