Fragmental yazı

Ayşe Tebessüm Sarp'ın birinci ölüm yıldönümü anısına...Geçen haftaki yazımızda 'Eşzamanlı Yazı' nosyonunu öne sürerken yazının kendi iç hiyerarşisinden kurtulmak, bu hiyerarşinin ve düzenin bazı düşünceleri kendiliğinden yazının dışında bıraktığından dem vurarak yazının nasıl demokratik ve çoğulcu bir biçim ile ancak bu biçimin sağladığı imkânlarla ulaşılabilecek olan düşüncelere eşit düzeyde varlık alanı açacak demokratik bir içeriğe ulaşabileceği üzerinde düşünmüştük. Tabii ki bu öyle hiç de kolay bir şey değil ve üzerinde çokça düşünülmesi, araştırma yapılması ve derinlemesine yazılması gereken bir konu. Ne yazık ki bazen yazı (ve yazının biçimsel düzeni) düşüncelerimizi kısıtlayan bir zindana dönüşüveriyor. Gerçek ve uyanık ve eleştirel bir yazı ise yazının bu katı düzeninde yarıklar açarak yazının katı düzeninin dışarıda bıraktığı, var olmasına izin vermediği düşüncelere varlık kazandırır. Öncelikle şunu açıklamaya çalışalım: Fragmental ne demek Ve biz 'fragmental yazı' derken ne kastediyoruz ve neden böyle bir tanımlamayla ifade edilebilecek olan böyle bir yazıyı öneriyoruz Ama bu sorulara yanıt vermeden önce normlara uygun alışıldık yazı biçimi üzerine birkaç söz söylemek gerekiyor. Birincisi, normlara uygun alışıldık yazıda başlangıç yazının varacağı sonu kesinkes belirliyor. Başlangıç, sonu önceden belirleyerek yazma sürecine hegemonik bir müdahalede bulunuyor. Başlangıç yazının ilerleme, yayılma, genişleme sürecini denetim altına alarak yazının önceden bilinemeyecek tesadüflere ve yeni binmedik beki de tuhaf ve aykırı uğraklara uğramasına, açık olmasına izin vermiyor. Yazının sonu, yazının başlangıcına, hatta daha ilk cümlesine bağlanıyor, orda potansiyel olarak mevcut bulunuyor. Tabii başlangıç ile sonun arası da bu hegemonik düzende zincire vurulmuş oluyor. Sanki arayı başlangıç ile sonu var kılacak bir boşluk doldurma gibi kullanıyoruz: Başlangıç ve sonu haklı çıkarmak ve onaylamak için. Bu şekilde hem başlangıç, hem ara ve hem son yazgısal bir hegemonyaya tabi oluyor. Buradan tabii ki yeni ve yaratıcı bir şey çıkmaz. Bir de şu var tabii: Gerek edebiyat gerek felsefe yazarlarının büyük bir çoğunluğu yazıda tehlikeli bir tutuculuğa ve yaratıcılığın kısıtlanmasına neden olan bir yanlış yazı yazma metodunu uyguluyorlar. Buna metot denebilir mi Çünkü metotta bile bir ön tasarım, bir ön bilinç vardır. Metottan çok bir tür aymazca bir alışkanlık ve hatta cahillik diyelim. Şöyle: Bu yazarlar önce düşünüyorlar, sonra da düşünmeleriyle vardıkları düşünceleri (ya da imgeleri vs) yazı diline çeviriyorlar. Yani önce düşünüp, sonra bunu yazıya çeviriyorlar. Halbuki yazı yazma sürecinde aynı anda, eşzamanlı olarak hem düşünülür hem de yazılır. Yazı yazıldığı anda bir taraftan da düşünülür ve yazı otomatik bir şekilde daha önce hiç düşünmediğiniz şeyleri düşünmenin yolunu açar. Ancak yazıyı yazarken ulaşılabilecek düşüncelerdir bunlar. Düşünme ve yazma eşzamanlıdır. Aksi takdirde düşünmede yeni yarıklar açamazsınız, ki yarıklar da ancak yazma sürecinde kendinizi yazının akışına bırakma, açma ve gerçekliğin varlığınıza nüfuz etmesine imkân tanımakla olur. İnsan düşünceleriyle yazmaz, bütün varlığıyla, bedeni ve ruhuyla yazar. Ki bu da ifade demektir. Üslup demektir. Yazı canlı bir organizmadır. Kanlı canlıdır, yaşar, nefes alıp verir. Kimi yazılarsa başlangıçtan ölü doğar. Katıdır, dinamik değildir ve nüfuz etmez.Sözlüklere göre fragment şu anlamlara geliyor: 1) Parça, kırıntı, bölüm, kısım, fragman,2) Kırılmış parça, kısım, 3) Parçalara ayırmak. Fragmental ise: 1) Parçalar halinde, tamamlanmamış, 2) Parçalardan oluşmuş. Parçalı yazmak yani. Bu ancak vahiy ya da ilham yoluyla yazanların ulaşabileceği bir yazı biçimidir. Bütünlüklü yazının başlangıç, orta ve son disiplinine uymaz. Ortadan başlar, sanki kendisinden önce söylenmiş olan şeylere devam eder gibi, ya da onları reddeder gibi. Yazarken aynı anda beyne hücum eden düşünceleri hepsine eşit var olma şansı tanımaya çalışarak aynı anda