Biçimin devrimci imkânları

Sanat ve edebiyat tarihinin en kadim, fakat gene de üzerinde anlaşılamamış, tam bir çözüme ulaşılamayan meselelerinden biridir biçim-öz ilişkisidiyalektiği. Bu konu üzerinde sayısız yazı yazılmıştır elbet, ama gene de her sanatçı bu meseleyi kendisi çözmelidir, zira her yeni sanatsal girişim ve ürün (diyelim yazılan bir şiir, yapılan bir resim, bestelenen müzik eseri vs.) kendi meselelerini beraberinde getirir, zira her bir sanatsal girişim aslında (belli bir geleneğin içinde yer almasına karşın) yepyenidir, dolayısıyla karşılaştığı sorunlar da yepyenidir. Her seferinde yeniden çözümlenmesi gerekir. Bunu yapabilmek için de sanat eserine onu yarattığınız anda bile belli bir mesafeden, soğukkanlı ve eleştirel bakabilmeniz gerekir. Ben bunu yapabilen yazarlara 'soy yazarlar', diğerlerine ise 'soysuz yazarlar' diyorum. Evet, evet, 'soy yazarlar', çünkü edebiyatın kendine özgü gelişim çizgisi içinde, tıkanılan yerlerde sigortaları attırıp yeni biçimler buluyorlar. 'Soysuz yazarlar' ise ne edebi geleneği ne de edebiyatın asgari değerlerini göz önünde bulunduruyorlar. Şimdi, bu postmodern zamanlarda yazarlık iki yol arasında bocalıyor. Biri, yazarın bir kâhin, bir bilici olduğu, gerçekliğin kendisini dışa vurma aracı olduğu yazarlık hali; bir diğeri, konuya dayalı, belirli bir formatta kitap yazmaya dayalı profesyonel bir uğraş olarak yazarlık. Bu postmodern zamanlarda ikinci yazarlık türünün ön plana çıktığını görmezlikten gelmek imkânsız. Ama şunu da görmezlikten gelmek mümkün değil: Bu tür yazarlık gelip geçici bir şey. Kalıcı olan, belli bir ruh halinin yansıtılması olan yazarlık. Ben sözünü ettiğim yazarlık türlerinden, yazarlığı bir alınyazısı olarak yaşayan, yazarken alınyazılarını da yazan yazarları seviyorum. Onlara saygı duyuyorum. Çünkü onlar bana dokunuyor. Ta içime dokunuyor. Yazmak bir bilinç ve çaba gerektirir, benim sözünü ettiğim sorunlara uyanık olmadan şiir yazdım sananlar sadece çöp ve pislik üretirler. Günümüzde son kır yıldır olduğu gibi bol miktarda çöp ve pislik üretilmektedir. Batı'ya baktığımda, öyle hissediyorum ki, bizden çok daha reel bir dünyada yaşamışlar ve yaşıyorlar. Biz Batı'nın doğusunda, Doğu'nun batısında yer alanlar ise daha çok perspektiften yoksun minyatür benzeri bir dünyada yaşamışız. Şimdilerde bu biraz değişiyor gibi. Perspektif dediğimiz, üç boyuttur, derinliktir. Perspektiften felsefe çıkar, boyutsuzluktan ise dogma. Perspektiften gerçeklere dayalı kavramlar çıkar, boyutsuzluktan ise önyargı ve klişe. Perspektifte hayata dokunursunuz, boyutsuzlukta onun siluetine. Bu böyle sürer gider. Niye söyledim bunları Şunun için: Başka alanlarda olduğu gibi sanatsal ve düşünsel alanlarda da Batı kendi yaşamının getirdiklerine karşı daha duyarlı olmuş, bu duyarlılığa dayanan bir eleştirel bakışla görüş açıları geliştirmiş, doğru ya da yanlış ama tepkiler vermiştir. Müdahale etmiştir. Biz böyle bir davranış silsilesinden yoksunuz. Zira böyle bir silsilenin temelinde gerçekliği mümkün olduğunca geniş bir biçimde kapsayıp kavrayan felsefe vardır. Bizde ise felsefe yoktur. Daha çok akıl yürütme, sanılarda bulunma ve komplo teorileri vardır. Biz üremeyiz, ama hakkında konuşuruz. Yaratmayız, ama lafını ederiz. İçeriksiz biçim boştur; biçimsiz içerik ise vücut bulmamıştır, var olamaz. Ama ne var ki, yeni bir öz, demek içerik, yoksa eğer, bunun koşulları oluşmamışsa, bulunmuyorsa, yeni biçimsel arayışlar da birer fantezi olmaktan öteye gidemez. Demek ki önce öz yeni olacak, şair ya da sanatçı yeni bir özle karşı karşıya kalmış ve eski yıpranmış biçimlerle bunu ifade etmekte zorlanıyor olacak; eski biçim yeni özü dışa vuramıyor olacak. Önce bu olacak ki, daha sonraki biçimsel arayışlar anlam kazansın; kalem oynatmaktan öte bir anlamı olsun. Ben öz'e anlam da derim. Anlamın da görünür olabilmesi için kendi formunu bulması gerek. bir yandan spontane olmanız gerekirken, bir yandan da kontrollü olmanız gerekir. Sanat aslında bir batında mükemmelen doğurmaktır. Bunun için de kendi kendinizin ebesi olmanız gerekir. Doğuran da doğurtan da sizsinizdir. Meseleye şiir açısından yaklaştığımızda, özellikle ülkemizde, bu sorunun üzerinde günümüzde dahi yeterince ciddi ve yoğun biçimde düşünülmediğini ileri sürmek pek de haksızlık etmek sayılmaz. Peki hiç düşünüldüğü olmuş muydu ki 2000'lerle birlikte özellikle gençlerin şiirde deneysel ve biçimsel arayışlara daha pek yoğun