Oryantalist kibrin ve yerli kompleksin Hanîflik temelinde tükenişine doğru

Sanat esaslı bu yazıda oryantalist kibirden kastımız, çalıştıkları Batılı akademilerin ve coğrafyamızdaki misyoner okullarıyla, sivil istihbarat birimlerinin hazırladıkları imkanları kullanarak İslam'ın sanat tarihini çalışanların, Müslümanların hemen hemen tüm işlerini Asur, Yunan, Roma, Bizans ve Sasani sanatlarından etkilenmeye, taklide ve tekrara indirgeyerek müşrik sanatları içinde massetmeye çalışmaları ve dolayısıyla "Özgün, biricik bir İslam sanatı yoktur, dünyadaki mevcut kültürü büyütmeye yarayan küçük çabalar vardır." yargısı üzerinden kendi medeniyetlerini parlatma ve bu yönden de Müslümanlara karşı bir üstünlük sağlama niyet ve gayretlerinin tümünü kastediyoruz.İlginç olan, onların bu niyet ve gayretlerini fiilî olarak belgelemeleri, diğer bir söyleyişle, Müslümanlara karşı kibir taslamakta haklı olduklarını gösteren delilleri de ortaya koymalardır.1900'ün ilk yıllarında Fransızların Irak'ta yaptıkları kazılara katılıp, üzerinde Hallâc-ı Mansûr'a nispet edilen "Ömründe bir rekat namaz kılsan da yeter, yeter ki bu namazın abdestini kendi kanınla almış olasın." şeklindeki sözün yazılı olduğu bir çömleğe rastladıktan sonra ömrünü, İslam'da heretik unsurların varlığını ispat etmek için Hallâc-ı Mansûr'a ve tasavvuf çalışmalarına hasreden Massignon'dan, bundan on bir yıl önce vefat eden Oleg Grabar'a kadar hemen tüm oryantalistler yukarıda zikrettiğimiz imkanları ve dahası kendi işgalci ordularından sağladıkları fotoğraf, harita, plan, kroki vb. görsel araçları, ilgili mekanlarda bizzat yer alarak tepe tepe kullanmışlardır."Bizzat yer alma"nın bölgesel şartlar nedeniyle kimi hayatî mahrumiyetleri, bedeni zorlukları beraberinde getireceği ise aşikârdır. Söz konusu oryantalistlerin Batı'daki müreffeh hayatlarını terk ederek coğrafyamızda katlandıkları(!) tüm bu zorluklar, onlara Müslümanlara karşı kibirlenme ve bunda da haklı olma duygusunu çok yönlü olarak üretmiştir.Bu çok yönlülüğün, Müslümanları kuşatan yanı ise, Türkiye başta gelmek üzere, coğrafyamızdaki İslam sanatını çalışan akademisyenlerde -özellikle de ilahiyatçılarda- bir aşağılık kompleksini doğurmasıyladır.Örneğin, Cumhuriyet'in ilk çeyreğinde Hilmi Ziya Ülken (İslam Sanatı, İstanbul Teknik Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1948) ile Suut Kemal Yetkin'in (İslam Sanatı Tarihi, Ankara İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1954) durumu -siyasi ve akademik şartlardaki onca resmî engellemeye rağmen ilgili çalışmaları yapma cesareti göstermiş olmaları bakımından teşekkürü hak ediyor olsalar da- böyledir.En basitinden ahlâktan utanarak etik; güzelden hüsn ve hasenden utanarak estetiki hâlen günümüzde bile tedavüle sokmaya, yerleşik hale getirmeye çalışan ilahiyatçı saplantı ve inatkârlık da bir diğer sıcak örnektir.Yazı başlığımızda yer alan Hanîflik'ten kastımıza gelince:Bizler, Hz. İbrahim (as) şeriatına mahsus olan Hanîfliği, Kur'an'daki ilgili ayetlerden ve Peygamber Efendimiz'in (sav) ilgili hadislerinden biliyoruz.Örneğin:"Yahudi