Allah'ın peygamberleri arasında neden ayırım yapmayız

Bir önceki yazımda, Abdullah Maruf Ömer imzalı "Medine'den Kudüs'e Hz. Peygamber'in (sav) Beytü'l-Makdis'i Fetih Stratejisi." adlı kitabı (Ketebe Yayınları, 2023) konu edinirken, Hz. Peygamber'in (sav), Kudüs'e 50 km. uzaklıktaki Mute Savaşı'nda (629) şehit düşen üç komutandan biri olan evlatlığı Hz. Zeyd b. Hârise'nin (ra) oğlu Hz. Üsâme'ye (Üsâme b. Zeyd b. Hârise, ö. 674) "Ey Üsame! Babanın öldürüldüğü yere varıncaya kadar Allah'ın adı ve bereketi üzerine yürü." şeklindeki emrini zikrederek, Kudüs'ün bizzat Peygamber Efendimizin zamanında kendilerinin İsra'sı ve Mirac'ı başta gelmek üzere bir dizi harekata da konu olarak "vahyî bir sorumluluk" esasında hem onun hem de halifelerinin en sıcak gündem maddesi hâline geldiğini söylemiştim. Abdullah Maruf Ömer'in bizim zamanımızın diliyle "fetih stratejisi" olarak adlandırdığı bu vahyî sorumluluğun, bugünkü anlamıyla stratejiyi de kendiliğinden içine alacak şekilde, "Deyin ki: 'Biz Allah'a, bize indirilene (Kur'an'a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Musa ve İsa'ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab'lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz." mealindeki ayetten (Bakara 2136) kaynaklandığı malumdur. Benzer ifadelerle Âl-i İmrân 384; Nisa 4152. ayetlerinde de tekrarlanan ama bizlerin daha çok yatsı namazından sonra, dolayısıyla her gün okuduğumuz Bakara 2285. ayetiyle bildiğimiz bu hükmün, her şeyden önce İslam tanımlı olarak Hz. Adem'den (as) Hz. Peygamber'e kadar ulaşan "Nebevî sürekliliğe" tabi olduğunu; Kudüs'ün (Filistin'in) Müslümanların hakimiyetinde bulunması emrinin aynı zamanda Hz. Musa (as), Hz. Davut (as), Hz. Süleyman (as) ve kendi şeriatımızın peygamberi dahil burayla bağı bulunan "İslam peygamberleri"nden tevarüs edildiğini peşinen belirtmeliyiz.İnternet malumatıyla Hz. Musa, Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın Benî İsrail'in ataları olduklarını ve bu sebeple Kudüs Filistin meselesinde Siyonist taleplerin de kısmen makul görülmesi gerektiğini zanneden kimi Müslümanların, -sosyal medyadaki benzer telkinlerin de etkisiyle- bizim bu değerlendirmemize dudak büküvermeleri ihtimal dahilindedir. Bundan hareketle yazımıza başlık yaptığımız bu hususu zikrettiğimiz ayetlerin hükmüne tabi olarak Nebevi süreklilik esasında ele alacağız ama bundan önce Hz. Üsâme'nin -asıl konumuzla derin bir bağı da bulunan- hayatı ve cihadı hakkında birkaç önemli bilgiyi iletelim. Hz. Üsâme, 614 yılında Mekke'de doğmuştur. Hz. Peygamber Bedir (624) ve Uhud (625) savaşlarında yaşının küçüklüğü nedeniyle savaşmasına izin vermemiş ancak onun bundan duyduğu üzüntüyü gidermek için -boyunu da uzun göstermeye çalışarak katılmak istediği- Hendek savaşında yer almasına izin vermiştir.Hz. Üsâme gençliğinde babası Zeyd b. Hârise'nin sancağı altında Mute'de savaşmış (629); babasının şehadetine bizzat tanık olmuştur. Mute'den sonra Peygamber Efendimiz onu yanından hiç