Vasıf'ın bir beyti üzerine fuzuli düşünceler

Zevkine varamadığımız sürece Doğu ebedi yüktür. Onu zevk kılan ise zaman denilen güzelin ölümsüz şiiri olmalı. Her kültür ve dil kendi meşrebince parlayıp durdu Doğu'nun uçsuz bucaksız sınırlarında. Çin ve Hint kadar neredeyse eskiden de eski uygarlıkların izleri hala büyük yekun tutuyor insanlık adına. Bize, Anadolu'ya yaklaştıkça Farsça ve Arapça'nın geçmiş derinliği göz kamaştırıyor. İranlılar modern edebiyatta öne çıkamadılar ama kendi sanatlarının doğasından özgün bir sinema dili yarattılar. Arapça ise Adonis benzeri şairlerin şevkiyle, Batı'ya vardıkça yükselebildi. İnsan sorunu iktidarların dişleri arasında dönüp duruyor hala.

Ölmüş ve sıkışıp arada kalmış dilleri de sayarsak Doğu'nun armonisi iyice dokunaklık kazanır. Türkçe ise onca uzun yolda onca badire arasında sanki hepsiyle çarpışa hesaplaşa yol alır. Gerektiğinde taklit eder ama tez vakitte kendi neşvesine bürünür. Adriyatik kıyılarına kadar vuran bir dilin bugünkü dünyadaki kültürel etkinliğinin ileri derecede etkin olması beklenirdi fakat bu mesele çok kollu ahtapot misali suda açıla atıla değil gövdeyi sıka sıka geliştiği için kolayca halledilir konulardan sayılmaz. Türkçe şiirin hem geçmişte hem de bugün katettiği merhale üç beş aşk adamının rikkatine kalmış durumda. Dünün dünyasında güneş misali hem yukarıda hem de ortada duran şiir bugün çoktan bir kenar meselesi. Hatta bahs-i diğer.

Olsun, bunda da vardır bir güzellik diyecek halimiz yok. Türk şiirinin ufkundan habersiz bahtsızlar gündelik övünçleriyle ahşap heykellerini yontmayı sürdüredursunlar şairin dediği gibi; 'yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten'. Yekpare bir zevk ikliminden uzakta dönüp dursa da hayatın çemberi bir köşeden beklenmedik bir göz bize nazar edecek, sonra da şifreli bir mesajı söker gibi dile dökecektir. Vasıf'ın; 'Mihneti kendine zevk etmedir alemde hüner Gam u şadi-i felek böyle gelir böyle gider' beyti baharda etekli bir badem ağacının çiçekleri gibi üstümüze dökülüverecektir. Zevk denilen hadise de güncellendikçe hayat bulur nihayette. Yoksa o da arkeolojinin buzdolabında uyuşup kalır.

Enderunlu Vasıf'ın yaşama şevkine ters gibi dursa da her şiiri şaire göre yorumlamak tuzaklarla doludur. Şiiri güçlü kılan şairinden ötekine akma kabiliyetidir. Türk edebiyatında bu beyti gününe giydiren ve onu capcanlı kişilik olarak karşımıza çıkaran Ahmet Hamdi Tanpınar olmalıdır. Erzurumlu Tahsin hikayesi neredeyse bu beytin tam da kendisi diye okunabilir. Ne var ki beytin gerilim katsayısı ve insanı olduğu kadar hayatı da kapsama gücü her an bize kucak açacak tazeliktedir. Mihnet, sadece Doğu'nun değil bu kez hepten insanın meselesidir. Hele pandemi zamanından bu yana mihnet küresel bir vasıf kazanmış yaygın bir omuz rahatsızlığı gibi herkesi boynundan vurmuştur. Dünya kaynaklarının küresel kapitalizm ve onun bir bölük partnerlerinin marifetiyle halkların elinden alınması mihnet kavramını daha geleceğe taşımaktadır. Hele hele toplumumuzun sevinç kaynaklarının gökkuşağının renklerinin söküle söküle karartılıp tek renge indirildiği düşünüldüğünde mihnetin boyutu daha da genişlet.