Sıradan şeylerin büyük çıkmazı

Bina cepheleri, köprü üstleri, bariyerler, duraklar, iskeleler, inşaat alanları yavaş yavaş ses, afiş ve görsel videolarla dolup kabarmaya başladı. Şehrin kaotik curcunası görünmez dişler tarafından lezzetli bir elma gibi ısırılıyor. Büyük büyük iddialar, nereden hangi parayla yapılacağı meçhul vaatler. Bütün bunların arasında hayatın o bildik ve tekrarlı akışı. Bir yandan gözüme ve kulağıma hücum eden ses ve görüntü saldırısından korunmaya bir yandan da düşünmeye çalışıyorum.

Ne zaman yağmur sonrası vapura yetişmek için aceleyle yürüsem mesela ayağım bir şekilde kaldırım taşlarından birinin boşluğuna basıyor sonra da altta biriken su foş diye sıçrayıp üstümü başımı berbat ediyor. Geniş, karo, dikdörtgen malzeme şehrin zeminine hiç uygun olmadığı halde geleneksel arnavut kaldırımı taşı yerine bu nereden kırılıp çatlayacağı belli olmayan yapay malzeme tercih ediliyor. Sadece vapur iskelelerinin önünde değil farklı farklı meydanlarda, caddelerde, sokak aralarında, tarihi yapıların etrafında hasılı kaldırım taşı adıyla yerleştirilen hemen her yerde yaşanıyor bu manzara. Eğer bu sadece hep benim talihsizliğim değilse hemen her yaştan insanın başına niçin geliyor Evden çıkmadan özenle giydiğiniz pantolon bir şehir şakası gibi kaldırım taşının kurbanı oluyorsa ortada sıradan bir şeyin büyük çıkmazı var demektir. Şehir imarının bu en küçük elementi geneli konuşmak için sembolik bir veridir. Çetin Altan yıllarca, tekrar ve tekrar yazardı, kaldırım şehir ve medeniyet ölçüsüdür diye.

Sadece bununla kalmıyor elbette, gece gündüz fark etmez, ayakkabımın ucu dengesiz bir yükseltiye, park edilmesin diye dikilen döküm dubalardan geride kalmış vida uçlarına takılıveriyor. Eğer dengenizi korumayı başarıp da ayakta kalıyorsanız şanslısınız. Yoksa yere kapaklanır, kaval kemiğinizden veya avuç içlerinizden yaralanıp soluğu hastahanede alırsınız. Kadıköy, Fatih, Beyoğlu, Beylikdüzü, Üsküdar farketmez şehrin hemen her semtinde sizi bekleyen sıradan şeylerin büyük çıkmazıyla karşılaşırsınız. Metro merdivenleri, vapur iskeleleri, metrobüs basamakları, otobüs durakları, sahiller boyunca beton yükseltilerin tuhaf katları her an teyakkuzda olmanızı gerektirir. Şehir güvenle yürümenin zevkine varacağınız yer değildir. Sultanahmet ve Taksim Meydanı gibi bir kaç yerde başarıyla uygulanan zemin taşı maalesef şehre yaygınlaştırılamamıştır.

Kırmızı ışıkta bekliyorsunuz diyelim. Beklediniz. Biraz daha beklediniz. Yeşil yandı. Eğer sağı solu kontrol etmeden adımınızı atarsanız başınıza ne geleceğini kestiremezsiniz. Şehirde, trafik ışıklarında, yaya geçitlerinde, sokak aralarında araçların geçiş üstünlüğü vardır. İnsanlar hiç konumuna indirilir. Bizde aracın üstüne kurulan kişi ontolojik olarak bir kaç gömlek üstün sayar kendisini. Onun yaşama ilahiyatı ayrıcalığı kontrolsüz ve kararsız atacağınız her adımın bedelini pahalıya ödetir size. Ve bu konuda belediyeler hiçbir şey yapamaz mı

Şehrin her semti ve semtlerin ana caddeleri haddinden hayli kalabalık olduğu için onlarca eczane, cafe, restaurant, bar, pastane, pideci, çikolatacı, tekel büfesi ve çay ocağı ile doludur. Yan sokaklar onlarla yarışır. Eğer, Cihangir, Moda, Beşiktaş, Beyoğlu, Fatih gibi semtlerden birinde yaşıyorsanız halka ait kaldırımların işgaliye adı altında işletme masa ve sandalyeleriyle doldurulduğunu, yürümenin sadece gayret değil akrobatik beden kıvraklıkları gerektirdiğini görürsünüz. Bir tüketim çılgınlığının peşinde harcama şehveti köpürüp durur. Yaşlılar, bebek arabalı anneler, çocuklar bu kıyametin arasında şaşkın düşerler.