Kardeşlerin Kabil'i

Anthony Sattin, 'Göçebeler, Dünyayı Şekillendiren Gezginler' kitabında ( YKY. 24.1.2025. Çev: Nurettin Elhüseyni) ilginç bir yorumda bulunur. Göçebeliğin uzun vadede insanlığın maddi ve manevi açılımlarının ana kaynaklarından biri olduğu tezini geliştirir. Teolojik bir konu olduğu kadar ardı kesilmeyen tartışmalarla örülü Habil ile Kabil'in kavgasına kadar gider ve Habil'in göçebeliği ve çobanlığını vurgular. Ona göre Kabil, toprakla, tarımla ve yerleşiklikle ilişkili olduğu için de öldürmeye yakın olmuştur. Dışarıda olan, göçebe kalan daha az korunaklıdır. Belki de bu sebepten metafiziğe ve korumacılığa daha teşnedir. Sattin bir ilahiyatçı olmadığı için yorumunu kendi içinde ateşler, ötesini berisini yoklamaz. Tarihle ilişkilendirir görüşünü. Yeryüzünde, insanlığın öyküsüne yakından ve zengin bağlamlar içinde bakıldığında, dışarı çıkmayı göze alanın hatta buna yazgılı bulunanın, tabiat kadar insana, üst değerlere daha bağlı kaldığı iddia edilebilir. Nitekim, Nikita Mikhalkov unutulmaz filmi Urga'da biraz da bunu anlatır. Dışarıdan zayıf, kurumsal anlamda korunaksız görünen kendi içinde daha sağlamdır. Sevgi onların süsü değil mayasıdır. Çobanlar, göçebeler, şehirdekilerin bencilliklerinden uzaktırlar. Paylaşmayı bilirler.

Meseleyi barbar- madeni tartışmasına kadar sündürmenin anlamı olmamakla beraber 'barbar' tabirinin, kendisine medeni diyenden neşet etmiş bir ötekileştirme olduğunu unutmamak gerekiyor. Yerliler, toprak, şehir, ordu, asker, yazılı dil ve kurumsal yapı sahipleri dışardakileri nitelendirmiştir barbarlıkla. Burada kritik eşik medeni olmanın şekil üstünlüğü ile insan kalmanın tartışmasız vazgeçilmezliğinin çizgileridir. Köylülük mesela bir sosyolojidir ve göçebelik iminin dışındadır. Hatta köylülük geliştiremediği iç ve dış ilişkiler sebebiyle sorunlar yumağıdır. Sattin'in yorumu bu yüzden sosyolojiye açılmaz.

Salt kuramsal bir yakıştırma sanılmasın, Gazze'de Filistinlilerin ruhsal dayanıklılıkları ile İsrail devletinin vahşi 'medeniliği' kardeşlerin yarattığı bir Kabil'e pek benziyor. İnsanın antropolojik yaraları bir şekilde güncelleniyor ve kanın sıcaklığı yakından hissediliyor. Üstelik onca göçe maruz kalmış bir halkın şuuraltının böylesine kanayışı ürpertici bir manzara oluşturuyor. İmgesel bağlamda Habil, sürgün, göçebe, korunaksız ve insan olmanın göz yaşartıcı nitelikleri ile çerçevelenmiş Gazzeli'ler olurken, değil şeytanın yoldan çıkarttığı şeytana hocalık yapma derecesindeki Netanyahu liderliğindeki İsrail, Kabil olmanın bütün vahşetini gerçekleştiriyor. Sürgün konumuna ittikleri Gazze'lileri adeta antropoloji ve ilahiyatın en ilkel derecesinde hunharca eziyorlar. Ruhları bu denli bunak ve vahşi olmasaydı zihinlerinin gerisinde bu kadar derin çukur olmasaydı bir yerde durmayı bilmezler miydi

Jeopolitiğin ve güncel siyasetin ötesinde düşünüp yorumlamak gerekiyor dünyada olup bitenleri. Lord Byron, Kabil kitabında ( İş Bankası Yayınları. Temmuz 2025. Çev: İlkay Atay.) Kabil'i alabildiğine tartışıp irdeler. İlahiyatın tartışıp ileri götüremeyeceği nice soru/ sorunu her zaman edebiyat yüklenir. Din hem kendisine inanmak hem de ötekisini kötülemek zorundadır. Doğası bunu gerektirir. Şüphe, acaba, dağın arka yüzü, psikolojinin loş odaları, aklın kıvrımları ve felsefenin tatlı sorgulamaları yaşayamaz onda. Byron, tiyatro eserinde dar bir şahıs kadrosuyla, ilkliğin ikliminde, Habil ile Kabil'i karşı karşıya getiren nedenin ne olduğunu tartışır. Ne Habil'den yanadır ne de Kabil'i aklamak derdindedir. Anthony Sattin ile ilginç şekilde birleşmesi dikkat çekicidir. Tanrı'ya adak sunma sahnesi gelince Habil'in çobanlığı, sürüsü, toklu ve yeni doğmuş hayvanları anılır. Kabil ise 'benim sürüm yok' der. Toprak süren çiftçidir o.