'Boz yer ile gök atlasın arasında'

Ahmet Büke, Kırmızı Buğday romanı vesilesiyle edebiyat ortamımıza bazı önemli konuları hatırlatıyor. Yazarın özgürlüğü bir metinde ne denli atbaşı giderse metinden okura yayılan etki o ölçüde güçlü oluyor. Çanakkale ile Kurtuluş Savaşı arasında yaşadığımız toplumsal kıyam nicedir edebiyatın da eğildiği meseleler arasında. Hamaset ile duygusal kıyım, gerçek çarpıtıcılığı ile yüceltme ölçüsüzlüğü olup bitenlerin özünü kavramayı da güçleştirir çoklukla. Topluma mal olmuş kahramanlar ile kavramlar üzerinden hem Çanakkale hem de Milli Mücadele'yi yazmak cazip bir yöntem olabilir. Bu uğurda yazılmış alnı ak az sayıda da olsa edebiyat eserimiz var. Ne var ki hem yazarlar hem kavramlar hem de dönemler başta ideolojik kamplaşmalar olmak üzere farklı tür ideolojik parantezler sebebiyle ayrışmaların da körüklendiğini mecralara dönüşüyor. Özellikle 'tezli' eserler bu bakımdan hayli sorunlar içeriyor. Yazara düşen kaynaklara bağlı kalmak, çarpıtmamak ve sonunda bir dil yapısı olan esere yoğunlaşmaktır. Eserin gücünden koyulan tartışmalar uzun erekte toplumun da önünü açar. 'Kırmızı Buğday' tam da bu noktaları hatırlatmasıyla ve edebiyat değerini hatırlatmasıyla öne çıkıyor.

Bizden önceki kuşaklar Türkiye'nin siyasal koşulları gereği fazlaca angaje oldular. Sözgelimi Yorgun Savaşçı kadar Küçük Ağa da yöntemleri, cesaretleri sebebiyle öncüdürler. Ne var ki eserlerin yayınlandığı dönem koşulları, yöntemden çok kavramlara ve tezlere odaklandığından kitaplar, gecikerek yerli yerinde tartışılabilmişlerdir. Elbette mayınsız, dikensiz bir alan değildir kültür ve edebiyat alemi. Ortamın ısısı yazarın kimi girişimlerini engelleyebilir. Ya da yazar henüz soğukkanlılığa varamamıştır. Ahmet Büke, benim kuşağımın sadece değerli bir yazarı değil aynı zamanda konulara hem nüfuz edebilme kabiliyeti hem de buradan dilsel bir sağlamlık kurabilecek yetkin bir kalemidir. Uzunca yıllar üzerine çalıştığı, mekan gezdiği, haritadan hatırata, edebi eserden dine, mitolojiden siyasal tarihe, felsefeden folklora değin hemen her konuda kaynak taramış, notlar almış sonra da konu, kahraman, zaman, dil, kurgu ve hacim dengesi iyi kurulmuş bir romanla karşımıza çıkmıştır.

Sonunda 'Boz yer ile gök atlasın arasında her anı kızıl kavgayla dolu cihan' olan Anadolu'dur burası. Ahmet Büke, Ege kasaba ve köylerinden, oradaki, inanç, mülkiyet, toprak, iktidar ve mitolojik ilişkilerinden çıkarak vatana, millete, devlete, cihana çıkar. Tek ve başat bir kahramanı yoktur romanın. Mutlak bir mekan olduğu kadar açık zamanlıdır . Her ne kadar 25 Nisan 1915'de başlayıp 1922'nin Şubat ayında bitse bile duyusal ve anmalı geri dönüşleri de kapsayan daha geniş bir zamandan söz edilebilir. İngilizlerin liderliğinde Çanakkale sırtlarında kan, ölüm ve vahşet kusan güçlere karşı, Anadolu'nun savaşa savaşa eksilip yorgun düşmüş inançlı insanlarının varlık yokluk savaşı bütün gerilimiyle yansır Kırmızı Buğday'a. Büke ne mitsel bir anlatı ne de hamasate bulanmış romantik bir gerçekdışılık peşindedir. 'Arap Ali' denli yalın, iddialı, enerjik ve ortadadır niyetiyle. Akhisar, İzmir, Manisa, Gördes, Türk, Rum, Yörük ayırmadan iç ve dış halleriyle işlenir. Toprağa hükmedenlerle boğazı tokluğuna hayatta kalmaya ve günü gelince vatan için can vermeye gidenler karşıtlaştırmadan anlatılır. Böylece Büke, bir yazar olarak üslup kadar görüş özgürlüğünü de korur. Fedakarlarla işbirlikçileri okurun çiğnemeye hazır ellerine bırakmaz. Her ne kadar Arap Ali ve Yüzbaşı Cemil kitabın ana karakterleri gibi gözükse de ana karakter toprak ve ona bağlı ilişkilerdir. İnsan geçici ve kan dökücüdür. 'Zamanı bile toprak yaşar.' 'Dolayısıyla asıl memba topraktır.'