Aslında neyi konuşuruz

Sözün olgudan olaya kaydığı yerde değer erozyonu da yaşanır. Olay doğası gereği tek bir açıdan görülüp anlatılamaz. Olgusal bakış, olaydaki mümkün bütün açıları anlatıcının insiyatifine bırakmadan sağduyunun korumasına teslim etme derecesidir. Olayın tecrübesi yoktur fakat olgu tecrübenin ipeğiyle dokunmuştur. Türkiye'de mesela şiir üzerine konuşmanın gittikçe olgusal açıyı kaybettiği görülmektedir. Olaya bağlı kalınca, şahıs yüceltmelerine, dedikodulara, çevre ve ideolojik cenah tercihleri kadar yok saymalara, düşünsel kanadı zayıf söz çatışmalarına kapılmaya kadar kapılar açılmaktadır. Eleştirinin bir hükmü yoktur orada. Dil, kültür, tarih, felsefe, estetik birikimle bezenip esere yoğunlaşması gereken eleştiri, kendi vasfına bürünemediği için kabukla, şekille, dışarıdan okumayla ilgilenmektedir. Estetik sanat eserine kendisini göstermektir halbuki. Eleştirmen kimsenin görüp duymadığını eserin derininden gün yüzüne çıkarır. Şaşırtır, hayret ettirip sevdirir. Daha da önemlisi olaya odaklanma kolaycılığına teşne insana zorun güzelliğini müjdeler. Şair bir aktör olarak şiirin olay tarafındadır fakat eleştiri şiire doğrudur. Şiire yönelmek olguya kanatlanmaktır. Olaya saplanan eleştiri ahlakını da kolay koruyamaz.

Neredeyse bir yüz yıl önce T. S. Eliot, eleştirideki dürüstlüğe parmak basarak 'dürüst eleştiri ve duyarlı takdir, şaire değil şiire yöneliktir' cümlesini kurmuştur. Şairi olay, şiiri olgu yerine koyduğumuzda değer ve takdirin de yerli yerine oturabileceğini kabul ederiz. Şairin, 'duyarlı takdirden' aynı zamanda incelikli sevgiyi de kastettiğini farz etmek zor olmasa gerek. Zaten eleştiriyi teknik bir teşrihe indirgemenin akademik karşılığı yanında yöntem bakımından gerekliliğine itiraz edilemez. Fakat, bilgi üretmeyen ve insana dokunmayan eleştirinin kime ne faydası olabilir Hele insansız sosyal bilim düşünülemeyeceğine göre toplumsal karşılığı olmayan dürüstlüğün hükmü ne olabilir Zaten, şiire olgusal bakış korunup geliştirilemediği için şahıs ve olay üzerinden gidiliyor çoğunlukla. Şairin iç dünyası kadar şahsi hayatını bilmenin bize hizmet derecesi sınırlıdır.

Eliot, söz konusu yazısının devamında bugünleri tarif edercesine; ' Eğer gazete eleştirmenlerinin şaşkın feryatlarına ve bunu takip eden popüler tekrarın uğultusuna dikkat edersek, çok sayıda şairin adını duyacağız ve ardımızda bir rehber kitap değil de şiirden zevk almaksa ve şiiri arıyorsak, onu nadiren bulacağız.' Çorak Ülke yazarının metnine bağlı kalmayı sürdürürsek, iyi yazılmış bir eleştirinin çağının, yazıldığı dil hatta güncel gündeminin ötesine taşarak olgusallaştığını görürüz. Bu şu demektir, modern dünyada sadece ait olunan dile ait değildir artık eleştiri. Büyük modern dünyanın ya bir canlı parçasıdır ya da değildir. Çoğunlukla, olaya, şairin dedikodusuna dolananlar modernliğin imkan verdiği olgusal aleme de geçemezler. 'Popüler tekrar' tabirini kullanırken Eliot, birbirinin taklitine dönüşen kısır benzeşmeye parmak basar. Özgünlüğe tahammül edemez 'popüler tekrar', ait olduğu doğrudan ve dolaylı güç ve paylaşım çemberinde kendisine rahat sığınak arar.

Türkiye'nin düşünce yönünden yükseldiği dönemler şiirle irtibatını canlı tuttuğu zamanlara denk gelir. Özgür düşünce ve bağlantısızlık diğer edebi türler içinde en açık şiirde görülür. Doğaları gereği diğer edebi türler kültürel ve ekonomik piyasanın gözetimi denilmese bile gözlemi altındadır. Bir süre sonra nadir yazarlar dışında pek çok kalem bu gözlemi içselleştirir hatta onun gömleğini giyerek o olur. Yine Türkiye'de olgusal düzlemde tutunmuş şairler, olay çekiminin erozyonuna uğramamış kişiler arasından çıkmıştır. Kitlelere rehber, önder, üstad, yoldaş, kurtarıcı pozuna tabi razı olanlar, kitleselleşmiş olay açısının tam odağına oturmuş görünürler. Olayların sıcağı gidip de kalabalığın heyecanı dindiğinde ne olacaktır 'Popüler tekrar' demokratik yönden açılmaaşılmamış toplumlarda pop-politikacı tipini, sağ, sol farketmeksizin türetecek, pop-politikacı ile halk arasında pop- arabesk gelgiti yaşanacaktır.