İran'ın, Türkiye düşmanlığı neden bitmiyor

Sondan başlayalım...

İran, geçen ay vahim bir "kaza" yaşadı. Cumhurbaşkanı, dışişleri bakanı, cuma imamı ve eyalet valisini taşıyan helikopterin enkazını bulamayan İran, Türkiye'den yardım istedi ve gönderilen TİHA, kısa zamanda koordinatları verdi.

Ancak Tahran, "Yardım istediler, gece görüşlü helikopter ve TİHA gönderdik, koordinatları belirledik" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı yalanlayarak, "Kendimiz bulduk" açıklaması yaptı. Türkiye'deki muhalefet, bir de "millî yas" ilan eden Erdoğan'ı, bu "acem yalanı" üzerinden topa tuttu, İHA'yı itibarsızlaştırma yarışına girdi!

Yani İran yönetimi, Türkiye'yi bir kere daha; en üst seviyeden bozuk para gibi harcamıştı!

Zaten olayın da "kaza" olmadığı, Şiî hafızanın; Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkileri geliştirmek için çok çaba sarf eden Reisi ile Türk asıllı eyalet valisi ve cuma imamını devre dışı bıraktığı iddia edilmişti!

Dahası var! İran, 40 yıllık baş belamız olan PKK'ya, ABD'den daha nitelikli destek vermektedir. Oysa PKK'nın İran kolu olan PEJAK'a yargısız infaz yapmakta, teröristleri; meydanlardaki vinçlere asmaktadır.

İlginçtir İran, aynı "sinsi" düşmanlığı, bizim gibi Sünni olan Filistinlilere de uygulamaktadır! Zira İran'ın yıllardır boş tehditlerle sürdürdüğü İsrail düşmanlığı(!), "çılgın silahlanma" için bahane yapılmış, kaybeden daima Filistin olmuştur.

Bu durum, İran'ın Türkiye'ye sergilediği hasmane tavrın, "ulusal çıkarlar"dan çok daha derin bir düşmanlıktan kaynaklandığını göstermektedir.

ABD'NİN "YEŞİL" MÜTTEFİKİ Mİ

Bu derin düşmanlığın, "İran İslâm Cumhuriyeti" aldatmacasının; aslında bir "Haçlı Siyonist Operasyon" olmasından kaynaklandığı düşünülebilir. Zira, Bursa'daki sürgün günlerinden itibaren CIA'nın korumasına alınan ve darbeyi; Fransa Dış İstihbarat Teşkilatı'nın (DGSE) tahsis ettiği merkezde olgunlaştıran Humeyni, 1 Şubat 1979 tarihindeki Tahran'a dönüş yolunda, Şah Pehlevî'nin generali Amir Hüseyin Rabii'nin düzenlediği üç suikasttan da MOSSAD sayesinde kurtulmuştu!

Çünkü ABD, Komünizmin "İslâm düşmanlığı"nı kullanarak, SSCB düşmanlığı oluşturmak için "Yeşil KuşakIlımlı İslâm Projesi"ni devreye sokmuştu. Tabii ki asıl amacı, gümbür gümbür yayılan SSCB'yi durdurmaktı. Bu projeyi İran'da Humeyni, Türkiye'de ise Fetullah Gülen üstlenmişti! Bunları, Yahudi işadamı Jak Kamhi, 1978 yılında TÜSİAD heyeti olarak gittikleri Washington'da, Başkan Carter ve NSC (Ulusal Güvenlik Konseyi) Üyesi Paul Henze'den bizzat dinlemişti!1

Zaten, Tahran'daki ABD Büyükelçiliği'ne yapılan baskında ortaya saçılan belgeler, CIA'nın desteğini ifşa etmişti! Ayrıca Irak Savaşı'nda da, İran'ın imdadına yine; "en büyük şeytan" yetişmişti! ABD'nin verdiği silahlar, "İrangate Skandalı"yla ortaya çıkmıştı!

AMA İRAN BİZE ESKİDEN BERİ DÜŞMAN!

"Yeşil Kuşak" müteahhitliği, İran'ın günümüzdeki garip davranışlarını çok güzel açıklıyor ama Türkiye düşmanlığını izah için yeterli olmuyor. Zira bu düşmanlık, daha eskilere dayanıyor.

O halde birlikte tarihin derinliklerine inelim!

Şah İsmail'in, Şiî Safevî devletini kurduğu yıllarda (1501), Osmanlı İmparatorluğu gücünün zirvesindeydi. Yeni devletini, Sünni Osmanlı karşısında güçlendirmek için Şiîliği yaymaya çalışan Şah İsmail, tıpkı İsmailî dedesi Hasan Sabbah'ın yaptığı gibi çok sayıda "dai" militanı Anadolu'ya göndermiş ve Kızılbaş fitnesi Kütahya'ya kadar gelmişti! 50 bin Müslüman kılıçtan geçirilmiş; evleri talan edilmişti. Hatta Nur-Ali Halife, Yavuz Selim Han'ın tahta çıktığı 1512 yılında; Malatya ve Tokat'ı işgal ederek Şah İsmail adına hutbe okutmuştu.

Konstantinopolis'in elden gitmesini bir türlü hazmedemeyen Haçlılar ise, o yıllarda "büyük bir rövanş" peşindeydi! Bu hain seferin öncülüğünü Portekizliler üstlenmişti. Ümit Burnu'nu geçerek Hint Okyanusu'na hâkim olan Haçlı donanması, Kızıldeniz'i ablukaya almış, Mekke ve Medine'nin kapısı olan Cidde'ye çok yaklaşmıştı ki, asıl hedefleri de burasıydı. Zikretmekte bile zorlandığımız bir alçaklık yapacak; Peygamber Efendimizin beden-i şerifini Avrupa'ya kaçıracaklardı!

Sünnî Osmanlı'yı hırpalama sevdasındaki Şah İsmail, Haçlıların bu alçaklığına ortak olmaktan bile çekinmemiş, "Mekke ve Medine'ye birlikte girelim, Kâbe'yi imha edelim" teklifinde bulunmuştu!

"BUNLARI DARMADAĞIN ETMEK FARZDIR!"

Bu küstahlık, payitahtta bardağı taşırmıştı.

Yavuz Selim Han, Haremeyn'in, pis Haçlı ayaklarıyla kirlenmesine asla izin vermeyecekti ama önce; Şah İsmail fitnesini bertaraf edecekti! Yoksa bu hain, arkadan hançerleyecekti! Şiî fitneleri, devlet ve millet bünyesinde derin yaralar açmış ve Anadolu, bir savaş sırasında içten çökecek hale gelmişti.2

Ancak, Safevî İran'a savaş açmak çok hassas bir durumdu. Bu yüzden Yavuz Selim Han, Çaldıran Seferine çıkmadan önce, "Hilafet kaftanının sahibi" olarak bildiğimiz İbn-i Kemal hazretleri başta olmak üzere nice dirayetli âlimlerden fetva istemişti.

Bu fetvalar, Şah İsmail ve Şiîlerle yapılacak savaşın tam bir "cihad" olduğunu tescil etmişti:

"Şah İsmail ve Kızılbaşlar, Peygamberimizin şeriatını ve Kur'ân-ı Kerim'i küçümsedikleri ve Allahü teâlânın haram kıldığı günahlara "Helâl" dedikleri ve pis başkanlarına; "tanrı" diye secde ettikleri ve Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ömer'e sövüp halifeliklerini inkâr ettikleri ve de İslâm'ı yıkmak istedikleri için biz dahi Şeriat'ın hükmü ile fetva verdik ki, bu Kızılbaşlar kâfirdir. Hatta bunların hâli kâfirlerden daha fena ve çirkindir. Bunları öldürüp devletlerini yıkmak, tüm Müslümanlara farzdır."3

Bu fetvadan sonra sefere çıkan Yavuz Selim Han, Şah İsmail'i, 23 Ağustos 1514 günü Çaldıran'da hezimete uğratarak, Safevîlerin başşehri olan Tebriz'e girmişti. Binlerce Kızılbaş ile birlikte, Şah İsmail'in savaş meydanında bırakıp kaçtığı hanımı da esir edilmişti.

BU SİNSİ İSLÂM DÜŞMANLIĞININ SEBEBİ NEDİR

İslâm iddiasında olan bir güruh, İslâmiyet'e ve Müslümanlara; hatta eshabın büyüklerine, neden bu kadar "düşman" olabilir