Hortlayan 31 Mart: 28 Şubat

O kadar çok darbe yedik ki, birinin kodlarını çözemeden öbürü geldi. Hele biri var ki, "modern" denildi ama aslında en derin darbe idi.

Evet, "28 Şubat"tan bahsediyorum. "Bin yıl sürecek" diyenlerle alay ediyoruz ama hâlâ tam aydınlatabilmiş değiliz. Özellikle; Fetullahçıların, bu darbeye nasıl "derinlik" kattığını ifşa edemedik. Çünkü 28 Şubat soruşturmasına el koyan örgüt savcıları, hem davayı 18 yıl uyutarak unutturdu hem de FETÖ hıyanetini gizledi. Yargı biraz arındırılınca süreç hızlanmışsa da, dava; Fetullahçıların "uyduruk" iddianamesi üzerinden devam ettiği için bu derin gerçekler ortaya çıkmadı.

Darbe gerekçesi olarak kullanılan "irtica" ise hiç sorgulanmadı.

Oysa darbe gerekçesi yapılan "mürteciler", aslında dinini yaşamaya çalışan Müslümanlardan başkası değildi! Bu gerçeği gizlemek için bir takım radikal üretimler, "mürteci" olarak öne çıkarılmış ama daima; devletine bağlı mütedeyyin kesim hedef alınmıştır. Ancak, defalarca kullanılan bu "irtica" oyunu bir türlü deşifre edilememiştir.

"İrtica" buluşunun kullanıldığı ilk algı darbesi, Sultan Abdülhamid Han'ı deviren ve Osmanlı'yı fiilen bitiren "31 Mart Vakası"dır! Bu "İngiliz anahtarı" daha ilk denemede deşifre edilerek çöpe atılamadığı için hâlâ kullanılmaktadır. Bu yüzden, "31 Mart" tam olarak anlaşılmadan, sonraki darbelerin ve özellikle de 28 Şubat'ın anlaşılması mümkün değildir.

Ve maalesef aydınlarımız; siyasetçilerimiz; hatta çoğu tarihçimiz, darbecilerin yazdığı İttihatçı masallarını "31 Mart" zannetmektedir!

Bu sebeple; 28 Şubat'ı doğru anlamak için, 31 Mart'ın "irtica" ayrıntısını iyi anlamak gerekir.

DARBECİLERİN "ŞERİAT" HASSASİYETİ!

Şeriatın bekçisi (Halife) olan Abdülhamid Han'ı devirmeyi hedefleyenler, II. Meşrutiyet'in ilanından birkaç ay sonra "Dinsizlik yayılıyor" yaygarasına başlamıştı!

Kıbrıs'ta İngiliz istihbaratına çalışan bir salon adamı olan Derviş Vahdetî, İstanbul'a gelince "şeriatçı" oluvermişti! Vahdetî'nin kurduğu "İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti" ve çıkardığı "Volkan" gazetesi, şeriatın yılmaz bekçileri idi! Paris'teki meşhur Jön Türk Mizancı Murat'ın "Mizan"ı da; yoldaşı olan İttihatçıları yerden yere vuruyordu!

Bu vb. gazeteler, "Dinsizlere hizmet eden Meclis-i Mebusan kapatılsın, Kanun-i Esâsî askıya alınsın" gibi yayınlarla aslında, "Abdülhamid, yine Meclis'i kapatmak için zemin hazırlıyor" algısı oluşturuyordu!

Hassa Ordusu'ndan geldiklerini söyleyen sarıklı hocalar, 9 Nisan 1909 günü Taşkışla'daki Avcı Taburu askerlerine, imanın önemini; şapka giyenin itikadî sakıncalarını anlatmıştı!

Garip bir durum vardı. Askerlik, hiyerarşi demekti. Böyle bir faaliyet yapılacaksa, yazılı olarak bildirilirdi. Oysa hiçbir bilgi gelmemişti!

Nitekim bu nevzuhur vaazların hikmeti 4 gün sonra ortaya çıkmıştı!

Günlerden, meşhur 31 Mart 1325...

Yer yine Taşkışla... Borazan marifetiyle içtima alanına toplanan eratın karşısına geçen bir "Paşa" "Şevketlu Padişahımız Efendimizin Ferman-ı Hümayunlarını okuyacağım, can kulağıyla dinleyiniz" şeklinde söze başlamış ve abartılı tuğrası göz kamaştıran bir fermanı(!) okumaya başlamıştı:

"Yeni bir başlık giyeceksiniz. Hiçbir dinî mahzur olmadığına dair Şeyh-ül İslâm'dan fetva aldım. Ulü'l-emre itaat vaciptir."

Bu Ferman'ı okuduktan sonra başındaki fesi çıkaran Paşa, yanında getirdiği "Gavur Şapkası" diye bilinen serpuşu giymişti!1

Hocaların daha 4 gün önce "küfr alameti" dediği şapkanın giyilmesini istemek, barut fıçısına ateş etmek demekti! Yapılmak istenen de buydu. Ferman da; okuyan da sahteydi. Bu kişi, "paşa" rolü oynayan bir İttihatçıydı!

Bu da yetmemişti! İstihkâm arabasının üzerine çıkarak "Siz Müslüman değil misiniz Şapka giymek ne demek Şeriat elden gidiyor. Ne duruyorsunuz" gibi cümlelerle; askerleri pimi çekilmiş bombaya çeviren "başçavuş" da, İttihat Terakki'nin kurucularından Ömer Naci Bey idi! Peşinden "Gâvur olmak için mi Meşrutiyet getirdiler Haydi Mebusan'a gidelim" diyen İttihatçı Bahaeddin Şakir Bey, asker arasından "Evet, ne duruyoruz" diye destekleyen ise, İttihat ve Terakki Genel Sekreteri Midhat Şükrü (Bleda) idi!2

Bandonun, kimin verdiği belli olmayan "emir"le çaldığı "Ey gaziler, yol göründü..." marşı eşliğinde 3. ve 4. Avcı Taburları ile 7. ve 8. Hassa Alayları Dolmabahçe'ye inmişti. Kalabalıktan birileri havaya ateş açmış ve askerlere "Ne duruyorsunuz, siz de ateş etsenize" diye bağırınca korkunç bir çatırtı kopmuştu.

Tophane'deki yeni katılımlarla Karaköy Köprüsü'ne doğru akan "insan seli", aynı sahte fermanla kandırılmış olan ve Bankalar Caddesi'nden gelen Beyoğlu Topçu Kışlası askerleriyle birleşmişti.

Askerler, Meclis-i Mebusan'a giderek (olmayan) "Şapka Kararı"nın iptalini isteyecekti!

Geniş çaplı bir organizasyon, adım adım uygulanıyordu. Kalabalık Yeni Cami'ye gelince, Derviş Vahdetî'nin İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti'ne mensup "beyaz sarıklılar" da, "Askerlerimize şapka giydirip gâvur yapacaklarmış! Şeriat elden gidiyor" naralarıyla kalabalığa katılmıştı!

Asker; sivil; talebe karışımı kalabalık, tekbirlerle Ayasofya Meydanı'na ulaştığında buranın da tıklım tıklım dolu olduğu görülmüştü! Atlı Tramvaylar, Gülhane Kapısı'ndan Divanyolu'na kadar bütün caddeyi kapatarak çıkışı önlemişti.

Ha bu arada, meydanı da, hâkim noktadaki "Üç Kahve"de karargâh kurmuş olan İngiliz maşası Derviş Vahdetî yönetiyordu. Cübbeli hafiyeler, Vahdetî'nin talimatlarını, meydana yayılmış olan çavuş ve onbaşı kıyafetli İttihatçılara iletiyor, onlar da kalabalığı yönetiyordu!