Duçe'nin yargısı

Josef K. bir sabah uyanır ve neye uğradığını anlamadan derdest edilip götürülür ya...

Kafka'nın ünlü romanı Dava böyle başlar.

Josef K. açıklanmayan bir neden ve ne olduğu meçhul bir suçtan, polis olduğunu varsaydığı ama kim olduklarını ayırt edemediği kişilerce evinden alınıp, belirsiz bir yargı labirentine salınıverir...

Orson Welles, işte Kafka'nın bu büyük klasiğini... aynı adı taşıyan bir başyapıtla beyaz perdeye aktarmıştır. Ve perdede bu karabasan mahkemenin dış cephesi olarak, 170 metrelik dev bir alana yayılan Roma'nın olağanüstü görkemli adalet sarayını kullanmıştır.

Ne zaman önünden geçsem, ardında bıraktığı kötü anılar ve beğenilmeyen eklektik mimari tarzı nedeniyle PalazzaccioÇirkin Saray olarak anılan bu yapının, eski Roma hukukçularını kutsayan heykelleriyle sütunları arasında, Kafka mahkemesinden çıkan Anthony PerkinsJosef K.'yi hatırlarım.

Welles'in bu dramatik sarayı arka plan olarak seçmesinin nedeni, insanı böcek gibi ezen boyutları ile birlikte ürpertici anısıdır.

İtalyan başkentinde faşizmi somutlandıran iki göz alıcı binadan biri Venedik meydanına açılan Palazzo Venezia'da diktatörün söylevlerini verdiği balkonuysa, diğeri ön cephesi Tiber'e, yan cephesi Vatikan'a bakan ve Mussolini faşizminin yasal kurgusunu temsil eden "Adalet SarayıPalazzaccio" nun kendisidir.

Tayfun Atay geçende "Milli yargı Führer'ler yaratır" başlığı altında Hitler yargısını anlattı. Ben de bu vesiyle faşizmin mucidi Mussolini yargısını anlatmış olayım.

'MUHALEFETE İHTİYAÇ YOK'

Mussolini 1922'de iktidara geliyor...

Baş döndürücü hızla 1926'da yargıyı kendisine bağlayarak ülkenin üzerine faşizm perdesini çekiyor.

Bizde Cumhuriyet'e giden 1922 yılında, Çizme'de aslen çoğulcu bir yapı var. Muhalafet partileri, sendikalar ve çok sesli bir basın bulunuyor.

Ama çoğulculuğu, tekelciliğe dönüştürmek için Mussolini hızla bir OHAL yaratıyor ve bunu sonuna dek kullanıyor.

Kendisine, 1925-1926 güz döneminde yapılan birkaç önemsiz ve başarısız suikast girişimini fırsat bilerek, siyasi suçları hedefe yerleştiren bir DGM (Devlet Güvenlik Mahkemesi) kurmayı amaçlıyor.

Adalet ve İbadet İşleri Bakanı (!) olarak görevlendirdiği Alfredo Rocco'dan hemen bir ceza yasası hazırlamasını istiyor. Ve de 1926'daki son suikast girişimi ardından kimsenin ağzını açamadığı bir teyakkuz havası oluşturuyor.

Bu iklimde, önceki yıllarda kaldırılan ölüm cezasını, yeniden ceza yasasına dahil eden bir DGM tasarlıyor.

DGM tasarısını konuşmak üzere toplanan ilk meclis oturumunda ne var ki ilk iş olarak muhalefet vekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılıyor ve milletvekillikleri düşürülüyor.

Komünist milletvekilllerinden düşünür Antonio Gramsci de bunların arasında...

Gramsci vakit geçirmeden tutuklanıyor ve ancak ölmek için dışarı çıkabildiği demir parmaklıklar ardına on yıl kalıyor.

Meclisin muhalefetten arındırılmış böyle bir gül bahçesine dönüştürülmesinden sonra, ölüm cezası sorunsuz onaylanıyor ve başta anlattığım "Palazzaccio"da tesis edilen DGM'nin dehşet yasası onaylanıyor.