Kıskanç kişi dünya ve ahirette felakete uğrar

KALBİN hastalıklarından biri olan haset, yani kıskançlık bir kimsenin elindeki nimetin yok olmasını istemektir.
İbadetleri ifsat eden, insanı günaha iten haset, İslam'ın şiddetle yasakladığı, kişinin hem dünyada hem de ahirette felakete uğramasına sebep olan bir duygudur.
Allah Resulü (SAV), "İman ile haset bir kulun içinde yerleşmez" (İbn-i Hibban, Beyhaki) buyurarak hasedin mümine yakışmadığını ifade etmiştir.
Haset yalnızca günaha sebebiyet veren bir kalbi hastalık olmayıp aynı zamanda sahibinin iyi amellerini de ortadan kaldırır. Konuyla ilgili bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir." (Ebu Davud, İbn-i Mace). Allah-u Teala, Felak Suresi'nin 5. ayetinde, "...ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden âlemlerin Rabb'ine sığınırım, de" buyurarak haset duygusu besleyenlerden kendisine sığınmamızı emretmektedir.
Başkasına verilen nimeti çekemeyen insanlar, kalplerinde boş yere tasa ve keder taşırlar. Çünkü duydukları üzüntüyle haset ettikleri nimet azalmaz ya da kendilerine verilmez.
Böylelikle haset eden muradına eremez ve Allah'ın yardımına nail olamaz.
Haset sahibi hem dünyada sıkıntı ve keder içinde yaşar hem de ahirette büyük bir kayba uğrar.
ELİMİZDEKİNİ PAYLAŞMALIYIZ
Efendimiz şöyle buyuruyor: "Birbirinize hiddetlenmeyin, birbirinize haset etmeyin, kıskanmayın, birbirinize sırt çevirmeyin ey Allah'ın kulları! Kardeş olun.
Bir Müslüman'a, üç günden fazla (din) kardeşiyle dargın durması helal olmaz.
(Müslim).
Günümüzde toplumun kanayan yaralarından olan haset, yani kıskançlık hastalığından kurtulmak için Allah'ın insanlara verdiği rızka, O'nun taksimine razı olmak ve diğer Müslümanları kardeş kabul ederek onların sahip olduğu nimetler için mutluluk duymak gerekir.
Elbette ki, ihtiyaç sahibi müminlerin kalplerinde böyle tehlikeli bir duyguya mahal vermemek için Allah'ın kendilerine ikram ettiği zengin Müslümanlar, mallarını ihtiyaç sahipleriyle paylaşmalıdır. Böylece zengin-fakir arasında denge sağlanarak kalplerde gerçek kardeşlik tesis edilmiş olur.
DUAMIZ NASIL KABUL OLUR
İBRAHİM bin Ethem'i bilirsiniz.
Belh şehrinde padişahlık yaparmış.
Bir gün yatağında uyurken damda gürültü duyar. Merakla dama çıkar.
Gürültü çıkarana hesap soracaktır.
Damda dolaşan birini görünce kızgınlıkla sorar:
"Damda ne arıyorsun" Adam cevap verir: "Devemi kaybettim, devemi arıyorum." İbrahim Ethem, "Be akılsız adam, damda deve ne arar" der. Adam sakince cevap verir:
"Devenin damda bulunmayacağını biliyorsun da, yüce Allah'ın atlas döşekte bulunmayacağını bilmiyorsun.
İpek döşeklerde Allah aranmaz."
DENİLİR ki bu hadise İbrahim bin Ethem için dönüm noktası olur. Her şeyi bırakır. Kendisini yüce Allah'a adar. 9 yıl halvet hâli yaşar.
Herkesten uzaklaşır. Çalışır, yük taşır. Yarısını fakirlere, yarısını kendi ihtiyacına harcar. İşte bu zata, halk Belh şehrinde bir gün sorar. "Ey Allah'ın dostu, neden yaptığımız dualarımız kabul olmuyor"
İBRAHİM bin Ethem şöyle cevap verir:
"Çünkü siz Hakk'ı bilir ama emirlerini dinlemezsiniz.
Hz. Peygamber'i bilir ama sünnetiyle amel etmezsiniz.
Kur'an-ı Kerim'i okur ama içindekiyle amel etmezsiniz. Allah'ın nimetini yer ama şükretmezsiniz.
Cenneti bilir ama oraya girmek için gayret etmezsiniz. Cehennemi bilir ama ondan kaçmazsınız.
Ölüm var dersiniz ama ölüme hazırlanmazsınız. Baba ve annelerinizi mezara koyar ama onlardan ibret almazsınız. Söyleyin bana, dualarınız neden kabul olsun"
BİR AYET
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna (Muhammed'e) apaçık ayetler indiren O'dur. Allah size karşı çok şefkatli ve merhametlidir."