Artık Rabbimi özlüyorum

Allah'ı koşulsuz seven, hiçbir karşılık düşünmeksizin O'nun kapısında sabırla bekleyen ama beklerken de edepten asla ayrılmayan kişi vuslatı hak etmiştir. Çünkü kulun Rabb'ine vuslatı kapıda duruşuyla ilgilidir. 'ALLAH'I sevmek' cümlesi bile insanı heyecanlandırmaya yeter. Çünkü bu büyük bir işe girişmek demektir. Sevilen müsaade etmedikçe seven, sevilene yanaşamaz. İtiraf edemez. Hele sevilen Rabbimiz ise, kişi bu işe girişmişse... Kulun Rabb'ine vuslatı; kapıda duruşuyla ilgilidir. Yeterince beklemişse, beklerken adaba aykırı hareket etmemişse, dünyevi bir beklentisi yoksa vuslatı hak etmiştir. Hakkı dağıtan "ğani"nin "ğina"sıyla hak etmiştir. Yoksa hiçbir bekleyiş, vuslatı hak etmez. Büyüklerden biri diyor ki: "Mahşeri hasret ve heyecanla bekliyorum." Şaşırıyorlar. Çünkü söz, zor bir sözdür. Ne demek mahşeri hasretle beklemek. Öyle ya, cehenneme yuvarlanmak da var oradan. Ateşe, nara, nirana düşmek de. Ya Rahman affetmezse. Ya rahmetiyle tecelli etmezse. O zaman hasretle bekleyen ne yapacak Sorarlar o büyük zahide: "Neden bu heyecan Çünkü mahşer çetindir. Zordur, ağırdır, yüktür, nedamettir. Pişmanlık ehlinin gözyaşlarıdır. Hasrettir, itiraftır. Evladın, babanın birbirinden firar etmesidir." O zat, onların baktığından başka bir bakışla bakmaktadır. Şöyle der: "Mahşerde Rabbimiz her kulu çağıracak. Beni de elbette çağıracak. O mahşerde sadece bir kez bana 'Gel ey kulum' desin yeter bana. Beni muhatap alıp bana kulum dedi ya, yeter bana. İsterse ateşe atsın sonrasında. İsterse nirana yaksın sonrasında, umurumda değil. Yeter ki bir kez iltifat edip kulum desin." Kalbimi yokladım. Orada O'ndan başka hiçbir zerre göremedim. Günahlarıma baktım, üst üste yığılsa tavana değecek. Nice gönül yıkmış, nice gıybet etmişizdir. Bütün bunlara rağmen kalbimin O'nu arzu ettiğini gördüm. Meğer yıllar farkına varmadan bizi, O'nun hasretine gark etmiş. Meğer ki Resul'le her yol alışımız bizi O'na yaklaştırmış. Meğer affı, azabından önce geçtiği için onu özlemişiz. Denilir ki; son nefesinde Cebrail, Peygamber Efendimize gelip "Müsaaden varsa Azrail de girecek" der. Efendimiz sorar: "Zamanı geldi mi" "Evet" der edeple. "O zaman girsin" der Efendimiz. Hz. Azrail, Kur'an'daki ismiyle ölüm meleği girer. Edeple ve hasretle. Der ki: "Ey Resul! Gök ehli sizi özlemişlerdir. Sizi beklemektedir." Efendimiz cevap verir: "Ben de Rabbimi özledim." Bize yansıyan da Efendim; işte o özleminizden milyarda bir parçadır. İşte o milyarda bir parça - bizi böyle kendinden geçirir ve Rabbi özledim diyecek kadar çığ yapar. Sizde bu söz kemaldir Efendim. Sizde bu söz vuslattır. Sizde bu söz cennettir Efendim. Bizde bir ömür boyu korkudur Efendim. Sizde bu söz haktır, bizde kibir, enaniyet ve riyadır Efendim. Velhasıl sizde bu söz sizdir, bizde bizdir Efendim. İKİ DOST DOKTORA GİDİNCE Bağdatlı Cüneyd ve Ebu Bekir Şıbli hastalanırlar. Beraberce doktora gitmeye karar erdiler. Ancak doktor, zerdüşt yani ateşe tapan bir doktor. Onları tedavi etmek isteyen doktor, Şıbli'ye sorar: "Şikâyetin nedir" Şıbli teferruata girmeden "Şöyle bir sıkıntı için ilaç ver" der. Cüneyd'e sorar: "Şikâyetin nedir" Cüneyd allandıra ballandıra, teferruatıyla hastalığını anlatır. Detaya girer. Doktor ikisine de uygun ilacı verir. Aradan günler geçer. Şıbli ile Cüneyd karşılaşırlar. Şıbli, Cüneyd'e sitem eder: "Neticede zerdüşt olan, yoldan çıkmış bir doktora bu kadar allandıra ballandıra hastalığını anlatmanın anlamı neydi Neden -haşa- şikâyet eder gibi hastalığını anlattın." Cüneyd şu cevabı verir: "Doktor, benim İslam'a