İman, inanç hassasiyeti ve önemi -3

- Avam-ı nastan, halk tabakası hakaik-i diniyeyi tabir eden ancak yüzde birdir. Tabir etmemesi, bilmemesine delil olamaz.

- Hakaik-i imaniye, herşeyden evvel bu zamanda en birinci maksat olmak ve sair şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak birinci vazife ve medâr-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lazım.

- İman dersiyle herkesin kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar.

- İman gelse, kalbe girse, birden o hadsiz dostlar diriliyorlar.

- İman hakikatini kendi şahsına âlet yapma.

- İman hizmeti, iman hakaiki, bu kâinatta herşeyin fevkindedir, hiçbir şeye tâbi ve âlet olamaz.

- İman hizmetinde ihlâs-ı etemle, anarşiliği durdurmakla, asayişi muhafaza etmekle sabır ve tahammül gerektir.

- İman noktasında, ahbapsızlıktan gelen elîmâne bir hüzün değil, belki başka, güzel bir yerde görüşmek üzere ayrılmaktan gelen lezizâne bir hüzün veren bir tazelen- mektir.

- İman olmazsa: nasıl ki kör, sağır, dilsiz, akılsız adama herşey mâdumdur yok, ölü; imansıza herşey mâdumdur, zulümatlıdır.

- İman ve İslâm'ın delil ve bürhanlarını o derece kuvvetli göstermişlerdir ki, gayr-ı Müslim dahi anlasa, herhalde tasdik edecektir; gayr-ı Müslim kaldığı halde iman eder.

- İman ve tevhidle bakan, âlemi nurlu görür ve illa aksi takdirde âlemi zulümat içerisinde görecektir.

- İman yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin latifeler, duygular hisseleri var.

- İman, hem o şahıstaki her ferdin nur-u hayatıdır, hem girdiği âlemin ziyasıdır. İse, o nuru açar bir anahtardır.

- İman, herşeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nuranî bir gözlüktür.

- İman, ilimdir, vücudîdir, ispattır, hükümdür.

- İman, kasten ve bizzat takip ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır.

- İman, mal-ı umumîdir. umumun malıdır

- İman, semavat ve arzı ihata eden bir daire kadar tevessü eder genişler.

- İman, vahşetli geçmiş zamanın mezar-ı ekber suretini yırtıp, ünsiyetli dostça bir meclis-i münevver ve bir mecma-i ahbab dostların toplanma yeri olduğunu biaynelyakîn, bihakkalyakîn gösterdi.

- İman, yalnız icmalî ve taklidî bir tasdike münhasır değil; bir çekirdekten, ta büyük hurma ağacına kadar ve eldeki aynada görünen misali güneşten ta deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi; imanın o derece kesretli hakikatleri var ki, bin bir esma-i İlâhiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatleriyle alakadar çok hakikatleri var.