Hak dâvâya sahip çıkmak

Hakikat mesleğinin düsturları ve hakperestlik (4)

Hizmet-i Kur'âniyede hakikî ihlâs, fedakârlıkla, çok kesretli fazla ve şiddetli ehl-i dalâlete karşı mağlûp olmamak için, muhtaçları hakikate, ihlâsa dâvet etmekte bir şüphe bırakmamak, rıza-yı İlâhîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiç bir şeye alet etmemek."

Bu milletin milyarlar ecdadının ruhları bağlandığı hakikat yolunda dünyaya meydan okuyan iman-ı tahkikî davasına"sahip çıkmak.

Bir zatın gerçek hakikatleri yedi ise, nisbî hakikatleri yedi yüzdür.

Bütün zorluk ve sıkıntılara göğüs gererek, manevî hastalık ve karanlıkları kaldırmak için, bu asırda Kur'ân hakikatlerini neşretmek, hususan bu mübarek milletin evlâtlarını türlü dinsizliğin dehşetli hücumundan kurtarmaya çalışmak elzemdir.

Mabeynimizdeki aramızdaki hakikî ve uhrevî uhuvvet kardeşlik, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz.1

Maddî ve manevî, bütün boyutlarıyla her bir şey, her bir insanın hakikatı, birer ismin nuruna dayanır ve hakikatına istinad eder. Yoksa hakikatsiz, ehemmiyetsiz bir görüntüdür.

Mesleğimiz azamî son derece ihlâstır; benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, bâkî bir mesele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek azamî ihlâsın iktizasıdır.2

Muhabbetin esbabı sebebi olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet karşıyı etkilemek ve in'ikâs yansımak etmek, şe'nidir. gereğidir, özelliğidir.

Muhakkikin araştırıcının şe'ni, gavvas çok gayretli, çalışkan olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, sıyrılmak mazinin a'mâkına geçmişin en inceliklerine girmek, mantığın terazisiyle tartmak, herşeyin menbaını kaynağını bulmaktır.3

Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar, belki de velîler, siyasî ve içtimaî hayatın rabıtaları sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cereyanların hükmüne tâbi olup, hemfikri olan münafıkları sevmesine taraftar olmamak.

Risale-i Nur, hiç şüphe yoktur ki, hakkaniyeti, en yüksek âlimler tarafından tasdik edilen ve en yüksek bir mertebe-i imanî ve aşk-ı İslâmî kazandıran, bütün Sözleri, Lem'a ve Şualar'ı, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın birer nuranî tefsiridirler.

Risale-i Nur, tarikat değil hakikattir. Ayat-ı Kur'âniyeden tereşşuh eden sızıp süzülen bir nurdur. Ne şarkın ulûmundan ve ne de garbın fünunundan fenlerinden alınmış değil. Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın bu zamana mahsus bir i'caz-ı manevîsidir. Menfaat-i şahsiye yoktur, hakikatine kalbiyle inanmak.

Risale-i Nur'un bahsettiği hakikatlerin aynı mealinde milyonlar kitap o hakikatleri beliğane neşrettikleri hâlde ve binler hakikî âlimler ders vermeleriyle bu memlekette dehşetli küfr-ü mutlakı tam durduramadıkları hâlde, Nurlar, mezkûr sırra binaen bir cihette galebe ettiğini düşmanları dahi tasdik ederler.