Yoksullukla mücadele etmezsek Müslümanlığımız lafta kalır

Kur'an; yoksullukla mücadele, âdil paylaşım gibi toplumun sıcak sorunlarıyla canlı ve sürekli bir şekilde ilgilenir. Ama Kur'an'ın bu duyarlılığı ulemada, dolayısıyla İslam ilim geleneğinde sürdürülmemiştir. Sonuçta Müslümanlar, halklarıyla ve yöneticileriyle, yoksulları ve genel olarak dezavantajlı zümreleri temel insan hakları bakımından koruma altına alan bir hukuk öğretisi ve pratiği oluşturmalıdırlar; nassın esas gayesi budur; aksi halde Müslümanlığımız lafta kalır.

"Kul kardeşinin hacetini giderdiği sürece Allah da onun hacetini gidermeye devam edecektir."
(Hadis-i Şerif, Hattat: Abdurrahman Depeler, Tezhip: İsmail Çökük, Kaynak: Ketebe.org)

Kur'ân-ı Kerîm, hitap ettiği o günkü Mekke putperestlerinin, sosyal ve ekonomik bakımdan güçlü olan, despotik ve baskıcı bir davranış tarzını benimseyen burnu büyük kesimi için 'kibir' kökünden 'müstekbirler', onların bu tutumları için de aynı kökten 'istikbâr' deyimini kullanmıştır. Aşağılanan ve baskılanan kesimlere ise yine Kur'an'da 'da'îf' (zayıf) kökünden 'müstad'aflar' denilmiş, onların bu aşağılanma ve baskılanma durumları da 'istid'âf" mastarından fiillerle anlatılmıştır.

Diğer bir ifadeyle, ilgili ayetlerde istikbâr avantajlı kesimlerin ayrımcı-baskıcı tutumlarını, istid'âf ise dezavantajlı kesimlerin baskılanmış durumlarını ifade eder. Bu kavramları, geçtiği ayetlerin tarihî, kültürel, ekonomik vs. bağlamlarıyla birlikte okursak, istid'âf'ın 'toplumdaki zayıf kesimlerin güçlülerce aşağılanması, ezip sindirilmesi, bu suretle bağımlı hale getirilmesi' anlamında kullanıldığını görürüz. İstikbâr da Kur'an'da 'güçlü ve avantajlı kesimlerin, zayıflara kibir ve üstünlük duygusuyla bakarak onları aşağılamaları ve kendilerine bağımlı hale getirmeleri' anlamını içerir.

Önemle belirtmek gerekir ki, Kur'ân-ı Kerîm bu kavramları sınıfsal değil ahlâkî çerçevede kullanmış; ayrımcılık ve eşitsizliğin insan onuruna yakışır bir şekilde giderilmesini sağlayacak hukuki normların oluşturulmasını topluma ve devletin yönetim kadrolarına yüklemiştir.
Bir yanlış anlamaya meydan vermemek için önemle belirtmeliyiz ki, Kur'an bütün güçlüleri ve varlıklıları müstekbir saymış ve kötülemiş değildir. Kur'an'da servetin bir adı da 'hayır'dır (Bakara 2272; Âdiyât 1008). Meşru yollardan zengin olmak Allah'ın bir lütfu olarak değerlendirilir (Tevbe 928; Nûr 2432). Ne var ki, pek çok ayette varlıklı olanlara, ellerindeki maddi imkânları yoksulların durumlarını düzeltecek şekilde kullanmaları (infak) yönünde sorumluluklar yüklemiştir.

Diğer önemli bir husus da şudur: Ekonomik, sosyal, siyasi ve psikolojik yönleriyle her zaman, her mekân ve her toplumda eşitsizlik üreten insanlık sorunları olmuştur ve halen de öyledir. Dolayısıyla Kur'an'ın, dezavantajlılar sorununun üstesinden gelebilmemiz için ortaya koyduğu prensipler de evrenseldir.