Müslüman dünyada problemli demokrasi

Günümüzde bile birçok Müslüman ülkede geçerliliğini koruyan toplumu pasifleştirici yönetim telakkisinin uzun bir geçmişi var. M. Âbid el-Câbirî'nin deyimiyle topluma mutlak "itaat ahlakı"nı empoze eden bu yönetim tarzı, Câhiliye (İslam öncesi Arap) kültürüne de Kur'an'daki ahlâkî siyaset düşüncesine de Peygamberimizin Sünnet ve sîretine de yabancıdır. İslam tarihinde devletleşmenin başladığı Hz. Peygamber ve dört halife döneminde böyle telakkiler yoktur.

Emevî sultanlarının tersine, Hz. Muhammed (a.s.) için bile ne "Allah'ın gölgesi" (zıllullâh) ne de "Allah'ın vekili (halîfetullah) sıfatı kullanılmıştır. Kur'an, Peygamberimizi bize "Allah'ın elçisi (Resûlullâh)" ve ümmetinin "güzel ahlak modeli (üsvetün hasene)" olarak tanıtır. Kaynaklarda verilen bilgilere göre, vahye dayanmayan hususlarda Hz. Peygamber'e bile itiraz edilmiş, o da komplekse kapılmadan, haklı bulduğu farklı görüşlere uymuştur. Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer, kendilerine "Allah'ın vekili" denilmesini reddetmişler, sadece "Peygamber'in vekili" denilmesine razı olmuşlardır.

Kader inancına sığınan özgürlük ve ahlak karşıtı despotik yönetim anlayışı ve pratiği, devletin kuruluşunun tamamlanması sürecinde Emevî yönetimince İran siyaset düşüncesinden alınmıştır. Nitekim meşhur kültür tarihçisi Ebû Osman el-Câhız (ö. 255869), bu konunun en dikkate değer kaynaklarından olan et-Tâc fî Alâı'l-Mülûk adlı eserinde İran mirasından eski siyaset ahlakına dair bol miktarda alıntılar yapmış ve bunun sebebini şöyle ifade etmiştir:

"Çünkü İranlılar bu hususta öncüdürler; biz devlet ve yönetim yasalarını, özel ve genel düzenlemeleri, toplumun yönetim şeklini onlardan aldık" (et-Tâc, Kahire 13321914, s. 21).

Câhız aynı eserde şunu da söyler: "Hükümdarlara hitap ederken 'Ey Allah'ın vekili (halîfetullah), Ey Allah'ın güvendiği zat (emînullâh), ey müminlerin emiri' demek gerekir" (s. 84).

İmam Eş'arî'nin ifadesinden anlaşıldığına göre (Maâlâtü'l-İslâmiyyîn Ritter, s. 453-452), Emevîlerin İran siyaset düşüncesinden aldığı despotik yönetim tarzına Ashâbu'l-hadîs tarafından dinî bir renk verilerek, bu yönetim tarzı kısa zamanda yerleşik uygulama halini almış, Müslümanların dinî ve ahlâkî literatürüne de girmiştir. Aynı telakki Abbâsî ve Osmanlı dönemlerinde de devam etmiştir.

Söz gelimi Abbâsî döneminin ünlü Şâfiî fıkıh ve ahlak âlimi Mâverdî (ö. 4501058) şöyle der:

"Allah, devlet başkanının yaptıklarına karşı koyma kapılarını yönetilenlere kapatmış, devlet başkanının kendi içtihadıyla ulaştığı görüşe karşı itiraz yolunu (halka) tıkamış; hükmüne boyun eğmelerini yönetilenlere gerekli kılmış; onlara, işlerini devlet başkanının buyruk ve yasaklarına uygun olarak yürütmelerini emretmiştir" (Teshîlu'n-Naar Beyrut 1987, s. 197-198).

Görüldüğü gibi Mâverdî, bu ifadesinde, yönetimin yasal ve ahlâkî ilkelere uygun olması gibi bir şarttan bahsetmeden, mutlak bir ifadeyle, devlet başkanının, dolayısıyla devletin "görüş", hüküm" ve "buyruk ve yasaklarına" halkın uymasını istemiştir. Bu, Sünnî ulemanın ortak görüşüdür ve uygulama da her zaman bu yönde olmuştur. Mâverdî'nin, despotizme açık olan "Sultan Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir" düşüncesini onayladığı da anlaşılıyor; çünkü bunun hadis olduğunu söylemiş (Edebü'd-Dünyâ ve'd-Dîn, s. 137), bu "hadis"in sonradan üretilmiş olabileceği ihtimali üzerinde durmamıştır.