İslam'da dar gelirlilerin himayesi

Bugünlerde asgari ücret, en düşük memur ve emekli maaşlarının da içinde bulunduğu konularda yoğun çalışmalar yapılıyor. Konumum gereği benim için önemli olan şu ki, din ile ilgili kişi ve kurumlardan bu konularda çıt çıkmıyor. Kur'an ve Peygamber de bu konularda sessiz mi kaldı Kalmadıysa ne diyor

***

Aslında bütün dinler yoksulların durumu önemsemiş, sıkıntılarını gidermek için yardım tavsiyelerinde bulunmuşlardır. Fakat İslam bu konuda bir ayrıcalık taşımaktadır. Çünkü sadece İslam'da, ekonomik durumları elverişli olanların servetlerinden kamu yönetimince her yıl belli bir miktar (zekât) alınarak, dar gelirlerin ihtiyaçlarına kullanılmak üzere, bir fon oluşturulması zorunlu (farz) kılınmıştır. Kur'an dili ve semantiği üzerine çalışmalarıyla tanınan Mısır asıllı ilim ve fikir adamı Prof. Nasr Hâmid Ebû Zeyd'in, "The Qur'anic Concept of Justice" (Kur'an'a Göre Adalet Kavramı) başlıklı makalesinde dediği gibi, "böylece Kur'an, muhtemelen insan toplulukları tarihinde ilk sosyal refah sistemini ortaya çıkarmıştır." Sahih bir hadise göre zekât, İslâm'ın beş temel şartından biridir.

Ayrıca Kur'an, iki ayette (Zâriyât 51/19; Meâric 70/25) zenginlerin mallarında yoksulların haklarının olduğunu bildirir ki, burada "hak" kelimesiyle farz olan zekât ibadetinin kastedilmediği kesindir. Çünkü bu sureler Hicret öncesinde inmiştir; zekât ise Hicretten sonra farz kılınmıştır. Kanaatimce Kur'an'ın bu ayetlerdeki asıl maksadı yoksullukla mücadele olup, Kur'an, bu maksada ulaşmak için kamu otoritesine, -ülkede üretimi olabildiğince artırma ve paylaştırmanın yanında- üretimin yetmediği durumlarda, varlıklılara zekâtın dışında da mali sorumluluklar yükleme yetkisi vermektedir.

***

Hz. Peygamber, hicretin ilk yılında Müslümanlarla diğer inanç gruplarından oluşan Medine toplumundaki ilişkileri hukukî düzene sokmak için bir toplumsal mutabakat metni hazırlamıştı. Klasik kaynaklarda çoğunlukla Sahîfe adıyla geçen ve tartışmasız otantik kabul edilen bu belgenin 12. maddesi yoksullara mali destek sağlanmasını âmirdi. Burada şöyle denilmektedir:

"Müminler, aralarından hiçbir kimseyi muhtaç ve çaresiz (müfrah) bırakmayacak, kurtuluş fidyesi ve kan bedelini ödemede o kişiye güzellikle/örfe göre (bi'l-maʿrûf) yardım edeceklerdir."

Buradaki "kurtuluş fidyesi ve kan bedeli" ibaresi, o günün şartlarında düşünülen birer maddî kaynak örneği olup, asıl mesele yoksulluk çekenlerin himaye edilmesidir. Buna göre, onların ihtiyaçlarına harcanmak üzere başka zamanlarda başka kaynaklar da düşünülüp uygulanabileceği açıktır.

Anılan maddenin orijinalindeki 'müfrah' kelimesi, "zorunlu giderlerini karşılayamayacak kadar çaresiz durumda olan" anlamına gelir. Maddenin asıl konuluş gerekçesinin, İbn Hişam'ın (ö. 218/833) tabiriyle "darlık çekme" olgusunu ortadan kaldırma veya hafifletme olduğu açıktır. Kuşkusuz bu maddenin insanlık tarihi bakımından önemi, yoksullukla mücadelenin -muhtemelen dünyada ilk defa- İslam Peygamberi tarafından bağlayıcı bir toplumsal sözleşme hükmü haline getirildiğini göstermesidir.

Hz. Peygamber'in ve ilk Müslümanların yolunu izleyen sonraki nesiller, bireysel hayırseverlikleri yanında, vakıflar, dârülacezeler, dârüleytamlar gibi kurumlar oluşturarak yoksullukla mücadeleyi kurumsal hale getirmişler, bunları zamanımıza kadar da yaşatmışlardır. Bugünün Müslüman toplumlarının, eski yardımlaşma telakki ve uygulamalarını çağın anlayış ve şartlarına göre yenileştirmeleri ve kurumsallaştırmaları gerekiyordu. Fakat bu toplumsal görevi büyük ölçüde ihmal ettikleri için halen petrol zengini birkaç devlet dışında, (ki, onlarda da gelir dağılımı adaletsizdir) yoksulluk sorunu neredeyse bütün Müslüman toplumlarda ağırlığını hissettirmektedir.