Dünyayı en çok kirleten sanayileşmiş ülkeler, her yıl tonlarca ekmeği çöpe atanlar umursamasalar da dünyayı çok büyük tehlikeler bekliyor. Raporlara göre dünyayı en çok kirleten ülkeler arasında 1. sırada Çin, 2. sırada ABD varmış. Geçen haftaki yazımın sonunda, "insan" adına layık olmamız için doğaya karşı üç büyük sorumluluğumuzun bulunduğunu belirmiştim; açıklamasını da bu yazıma bırakmıştım.
1. TABİATLA ONTOLOJİK İLİŞKİMİZ VE AHLÂKÎ SORUMLULUĞUMUZİslâm'ın doğal çevreyle ilgili temel yaklaşımını, öncelikle onun Allah-insan-tabiat arasında kurulmasını öngördüğü ilişkide aramak gerekir. Çok bilinen ifadesiyle İslâm tevhid dinidir. Tasavvuftaki derin söyleyişle her şey Allah'ın cemâl ve celâl sıfatlarının tecellisidir. Bundan dolayı tabiat "Allah'ın ayetleri", O'nun varlık ve kudretinin delilleridir. Kur'an'da ayet "mucize" anlamında da kullanılır. İnsan Allah'la ve doğal çevreyle ontolojik olarak var olan bağını ahlâkî olarak da kurduğunda 'vahdet'e katılır. Bir hadiste "Siz yeryüzündekileri seviniz ki, göktekiler de sizi sevsinler" buyrulmuştur.
İnsanın aslı topraktır, yaratanı da Allah'tır. O halde insan Yaratanı da toprağı da topraktakileri de sevmelidir. Bu sevgiyle ontolojik vahdet ahlâkî vahdete dönüşür. İnsan bu sevgisini Allah'a saygı, çevresine şefkat davranışlarıyla dışa vurur: "Allah'ın emrine saygı, Allah'ın yarattıklarına şefkat."
Artık Batılı ve Doğulu birçok büyük düşünür, pozitivist-modernist-posmodernist felsefelerin insanla tabiat arasındaki ontolojik-ahlâkî bağını kopardığını düşünüyor. Müslüman düşünürlerin çağdaş bir dil ile insanlığa şunu anlatmaları gerekir: Kur'an'ın terbiye ettiği ruh, (yani birçok Batılı aydına "İşte aradığım bu!" dedirten gerçek sufî gönül), tabiata, istila etmeye ve keyfince kullanmaya giriştiği, keyfine uymadığı zaman da savaş açtığı bir yabancı olarak bakmaz. Aksine onun bakışıyla tabiat, -çok sayda ayette belirtildiği gibi- beraberce Allah'a secdede buluştuğumuz bir dost, bizi Allah'a ve varlığın sırrına götüren bir delil, bir rehberdir (özellikle Bakara 2164; Rûm 3020-25).
Şundan zerrece kuşkum yok: Son beş yüz yılın en büyük talihsizliği, bilim ve teknolojinin bu yüksek ahlâkî ruhtan uzak kalmış ortamlarda gelişmesidir; bunun baş sorumlusu da bizim ulemamızdır.
2. TABİATLA YÖNETİM İLİŞKİMİZ VE AHLÂKÎ SORUMLULUĞUMUZKur'ân-ı Kerîm insanın "yeryüzünde halife olarak" yaratıldığını bildirir (örnek: Bakara 230; En'âm 6165; Fâtır 3539). Bu ifade genellikle "yeryüzünü Yaratıcının yasalarına göre yönetme" olarak yorumlanır. Yaratıcının, Kur'an'ın ilk ayeti olan Besmele'de ve ilk suresi olan Fâtiha'da geçen ilk sıfatları "Rahmân ve Rahîm"dir. Başka birçok ayette de geçen bu iki kelime O'nun sevgi ve şefkatinin her varlığı kuşattığını anlatır. Buna göre, "yeryüzünde O'nun yasalarını yürütmekten sorumlu varlık" anlamında "halife"nin ilk görevi de 'Yaratıcı'dan aldığı bu kuşatıcı sevgiyi 'yaratılan'la paylaşmaktır.
İnsanoğlunun yeryüzündeki temel misyonu budur ve insanı asıl güzelleştiren, yetkinleştiren, Kur'an'ın tabiriyle "mükerrem (onurlu ve değerli)", İslâm düşüncesindeki deyimiyle "eşref-i mahlûkat" yapan da bu misyondur. İnsanı diğer bütün canlı-cansız varlıklardan ayıran ve ayrıcalıklı kılan