Fârâbî'ye göre devletin adalet işlevi

Fârâbî, Müslüman ve Türk dünyası olarak benzerini neredeyse hiç yetiştiremediğimiz on bir asır önceki bir değerimizdir. 870 yılı civarında Türkistan'da doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Bir süre hâkimlik yaptı. Orta yaşlarında İslam dünyasının batısına doğru ilim seyahatine çıktı ve Bağdat'ta karar kıldı. Özellikle felsefî alanlarda birikimini artırdı. Son yıllarını Dımaşk'ta (Şam) geçirdi ve 950'de orada öldü. Vefatından otuz yıl sonra doğan ve manevi öğrencisi kabul edilen İbn-Î Sînâ ile birlikte İslam felsefesinin en büyük iki isminden biri sayılır. Ahlak ve siyasete dair çok sayıdaki eserlerinden biri de bu yazımda yararlandığım Fusûlü'l-medenî, diğer adıyla Fusûl münteze'a'dır (Türkçesi: Fusûlü'l-medenî Siyaset Felsefesine Dair Görüşler, çev. Hanefi Özcan, İzmir 1987).Fârâbî, İslam felsefesinde geniş ölçüde istifade ettiği Aristo gibi- ahlak ve siyaset düşüncesine layık olduğu değeri ve ağırlığı veren nadir düşünürlerimizdendir. O, bir ülkenin bireylerini ve nesillerini bir araya getirip birbiriyle kaynaştıran en önemli gücün sevgi olduğunu düşünür. "Toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle yaşar." Sevgi ya doğal ve kendiliğinden olur (ana-babanın evladını sevmesi gibi); ya da iradî olur. İradî sevgi, insanların bazı temel inançlarda ve adalet, doğruluk, dürüstlük, edep, haya gibi- erdemlerde birleşmeleriyle kazanılır. Ahlak ve siyasetin temeli erdemler, amacı da mutluluktur. Birbirini seven ülke insanları erdemlerle donanınca, yalnız kendi menfaatlerini değil, diğer insanların yarar ve mutluluklarını da düşünürler ve bu sayede toplumsal birlik ve kaynaşma oluşur. Aralarında sevgi bağı oluşmayan bireyler ise birbirinin yararını ve mutluluğunu umursamazlar.Toplum hayatının güvencesi olan adalet öncelikle bir devlet işlevidir. Devlet, her vatandaşına geçim güvencesi, sağlık, eğitim, güvenlik, saygınlık, donanımına uygun makam ve mevki gibi temel haklarını ve ihtiyaçlarını sağlamakla yükümlüdür. Bunları güvenceye alan devlet adil devlettir.Ülkenin maddi ve manevi imkânlarında her bireyin ehliyet ve liyakati ölçüsünde hakkı ve payı vardır. Bu payı eksiksiz vermek adalettir; eksik vermek veya hiç vermemek ya da verilen hakları güvencesiz bırakmak bireye zulümdür; bir kısım insanlara hak ettiğinden fazla vermekse topluma zulümdür. Filozofumuz, bireye yapılan bir haksızlığın aynı zamanda topluma karşı işlenmiş bir suç sayılması gerektiğini belirtmiştir ki, bu düşünce çağdaş kamu hukukunun temel ilkelerindendir.Fârâbî devletin harcamalarını da adalet ilkesi çerçevesinde inceler. Ona göre bütçenin günümüzde "cari harcamalar" denilen kısmı iki kesime tahsis edilmelidir: Biri memurlar, öğretmenler, din hizmetlileri, tabipler gibi kamu görevlileri; diğeri de çalışma imkânı bulamayan veya iş gücünü kaybetmiş kesimlerdir.