Bilim ve teknoloji çağında insanlığın tükenişi

Bilim ve teknolojinin hızla geliştiği modern toplumlarda dinî hayat ve dinin insana kazandırdığı Allah'a, insana ve doğaya karşı derin sorumluluk duygusu zayıfladı. Veya hem Yahudilerin hem Hıristiyanların hem Müslümanların etkili kesimlerinde dindarlık ahlâkî içeriğini kaybedip görselleşti ve ideolojiye dönüştü. "Akıl çağı" denilen bu devirde gerçekte akıl da yalnızca hâkim olma ve sömürme tutkularına hizmet etmek üzere bilgi ve teknik üreten basit bir araç olarak kavranmaktadır. Bu suretle akıl, gerek küresel düzeyde insan-insan ilişkisini, gerekse hayatımızın olmazsa olmaz şartı olan doğal ve çevresel şartları onarılamaz şekilde tahrip etmekte kullanıldığını göremeyecek derecede körleştirildi.

Kur'ân-ı Kerîm'de "Nefsini temizleyen kurtuluşa ermiştir" buyrulur (Şems suresi 919). Bu ayet her devirde doğru ahlakın özüdür. Demek ki, Kur'an'a göre insan ve insanlık olarak "felâh"a, yani kurtuluş ve huzura ermemiz, kendi nefsimizi arındırmaktan başlar. Kültürümüzdeki "büyük cihad"ın anlamı da bu değil mi Sonuçta büyük cihadın en yüksek amacı -tasavvufta denildiği gibi- Allah, insanlık ve tabiatla barışma olgunluğuna ulaşmadır. Bu "çaba"nın en sonunda da kendi nefsimizle barışırız. Fahreddin er-Râzî'nin (ö. 6061210), "Büyük Tefsir" (Tefsîr-i Kebîr) diye de tanınan Mefâtîu'l-ğayb adlı ünlü tefsirinde, insanların sorumluluklarının sıralandığı geniş kapsamlı ayetleri yorumlarken kırktan fazla yerde tekrarladığı "Allah'ın buyruğuna saygı ve Allah'ın yarattıklarına şefkat" (et-ta'zîm li-emrillâh ve'ş-şefkatü alâ halkıllâh) ilkesi de aynı kuşatıcı ahlâkî amacı içerir.

Peygamberimiz, pek çok muteber hadis kaynaklarında geçen bir sözünde "Düşmanla karşılaşmayı arzulamayın; Allah'tan afiyet dileyin" buyurur. Çünkü insanlar savaşmak zorunda kalabilirler; ama fıtrat savaşı sevmez. "Yokluk sevilmez." Hele günümüzdeki savaşlar cinayetlerle dolu! Eski savaşlarda sadece cephede savaşanlar birbirini öldürürdü. Şimdiki savaş teknolojisi sivil-asker ayrımı yapmıyor.

Tecrübeler göstermiştir ki, savaşların derindeki sebebi insanların açgözlülükleridir. İnsanlar genellikle aptalca hırsları uğruna hem birbirleriyle insaniyet bağlarını hem de tabiatla hayat damarlarını koparıyorlar. Sonuçta insanoğlu dinin ve ahlakın makul ve dengeleyici ölçülerinden sıyrılıp başı boş kalan aşırı zevk, tüketim ve hâkimiyet tutkularını doyurmak için dünyayı yıkıcı savaşlardan küresel ısınmaya, çevre kirliliğine, canlı türlerinin yok edilmesine kadar varan felaketlere sürüklemektedir.

Şimdilik kıyımlarını zayıf milletlerle sınırlayan savaş katillerinin açgözlülükleri, durum böyle devam ederse, tüm insanlıkla birlikte kendilerinin de sonunu getirecektir. Öte yandan, kışkırtıcı reklamların da azdırmasıyla çılgınlaşan tüketim yüzünden 40-50 yıl gibi kısa zamanda bile canlı türleri 70 civarında azaldı, ekolojik denge bozuldu, çevremiz ve atmosferimiz kirletildi, tahrip edildi.

Bütün bu ve benzer felaketler göz önüne alındığında, tutkuların frenlenmesine dinlerin verdiği önemin, başka bakımlardan olduğu gibi- küresel barış ve çevre ahlâkı bakımından da ne kadar kıymetli olduğu apaçık ortaya çıkmaktadır. Çünkü bu büyük sorunların ana sebebi, küreselleşmenin de etkisiyle, insanların imkânları arttıkça nefsani, bedenî ve hayvani tutkularını tatmin etmeye de haklarının olduğunu zannetmeleri, bu sapkın ahlak telakkisinin zihinlere ve hayatlara hâkim olmasıdır.

Böyle olunca sistemler, düzenlemeler, kurallar da doğrudan veya dolaylı olarak çağdaş insanı bu yıkıcı hedeflere ulaşmaya özendirecek şekilde kurgulanıyor; bu yüzden küresel barışı ve doğal dengeyi koruma yönündeki çabalar da etkisiz kalıyor. Amaç olarak erdemin yerini çıkar ve duygu tatmininin alığı bir ahlak eğitiminin kaçınılmaz sonucu budur.