Uzay maceramız Osmanlı'yı göklere çıkarma mücadelesiyle başladı

İlk kez uzaya Türk vatandaşı bir astronotun gönderilmesi, havacılık ve uzay çalışmalarına ilgiyi artırdı. Epey geç de olsa uzay yolu kervanına katılmış olduk. Unutmayalım ki bütün hamleler bir ilk adımla başlar. O ilk adımın atılması için bir fikir ve iradenin buluşması lazımdı ki, içeriden ve dışarıdan bütün engelleme ve sulandırma gayretlerine rağmen nihayet gerçekleşti. Arkası gelecektir inşaallah.

Sizi bugün havacılığımızın yakın tarihine götüreceğim. Bir asırdan biraz eskiye.

İstanbul'da Vatan Caddesi üzerindeki hizmet binası açılmadan önce Fatih Belediyesi olarak kullanılan tarihî kaymakamlık binasının karşısında sessiz bir abide bize bir şeyler söylemek ister gibidir. Öğrencilik yıllarımdan beri gölgem önünden akıp giderken devasa çınar ağaçlarının hışırtılarını işittiğim, bunaltıcı yaz sıcaklarında serinlik yudumladığım bu şirin parkın, bizi maziye bağlayan hüzünlü ama aynı zamanda merak uyandıran köprülerden biri olmak için yanıp tutuştuğunu yıllar sonra öğrenebilecektim ne yazık ki.

Sahiden de bu adeta semaya fırlamak için hazırlanmış abidede top mermisi şeklindeki mermer sütun ne fısıldıyordu Bu sorunun cevabını bulmak için hafızamızın kuşunu kafesinden çıkartıp 112 yıl önceye uçurmamız, haritamızın sınırlarını da Kudüs ve Kahire'ye kadar uzatmamız gerekecektir.

Dünyada ilk uçak 1903 Aralık'ında uçmayı başarmıştı. Amerikalı Wright kardeşlerin açtığı bu çığır kısa zamanda Avrupalıların da ilgi odağı haline gelecek ve ilk uçuş denemeleri 1906'da gerçekleştirilecektir.

Zannedildiğinin tersine Osmanlı hemen ilgilenmiş "tayyarecilik"le. 1909 yılında yine bir Aralık günü Baron de Catters adlı Belçikalı bir asilzadenin İstanbul'daki uçuş tecrübesini başarıyla tamamladığını öğreniyoruz. Ancak pilotların acemilik yıllarıdır ve sık sık kazalarla karşılaşılması vak'a-i âdiyedendir. Baron de Catters üç defa ertelediği uçuşundan sonra Taksim'den havalanmışsa da, çok geçmeden Pangaltı'da bir evin damına çakılı vaziyette bulunacaktır.

Lakin o ilk adım atılmıştır bir kere. Arkasının gelmesi zaman ve emek meselesidir. Özellikle devrin Harbiye Nazırı ve Genelkurmay Başkanı Mahmud Şevket Paşa işin peşindeyse.

İlk havacı subaylarımız Almanya, İngiltere ve Fransa'da eğitim görürken halktan "iâne-i milliye" adı altında para toplanır ve bu parayla Avrupa'dan iki uçak satın alınır (1912 yılında alınan ilk 2 uçak bir fırtınada kullanılamaz hale gelmiş ve hiç uçamamıştı). Yeni uçaklardan biri, yardım kampanyasının adını almıştır (Muavenet-i Milliye), öbürüne ise bağışta bulunan Prens Celaleddin'in adı konulmuştur.

Nihayet bugün adı Sefaköy'e dönüşen Sofraköy'de (Yeşilköy Hava Limanı'nın bulunduğu mahalde) ilk uçak tesisleri yükselmeye başlar. Eylül 1913'e geldiğimizde Fransız Hava Kulübü'nden 3 uçağın Osmanlı semalarında giriştiği bir yarışa sahne olur tesisler. Çeşitli şehirleri gezerek Kahire'ye kadar ulaşan (yine bir Aralık ayında, bu defa 1913'deyiz) ve İslam alemine moral aşılamaya yönelik bir teknolojik şova dönüşen uçuşlar Osmanlı askerlerinin Balkan harbinde yaralanan gururlarını okşamaya yarayacaktır.

Şehitlerimiz Selahaddin

Eyyubî'nin yanında

Türklerin bitmediği cümle âleme ispat edilmelidir. Pilotlarımız "Biz de varız!" diye yazacaklardır gökyüzüne.

Enver Paşa'nın isteği üzerine 8 Şubat 1914'te Yeşilköy'den havalanan Muavenet-i Milliye'nin pilotu Fethi Bey'dir, yardımcısı Sadık Bey. Arkalarından Nuri Bey'in kullandığı ve gözcülüğünü (râsıd) Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey'in yaptığı Prens Celaleddin havalanır. Kılıç-kalkan ve ok-mızrakla başlayan altı asırlık macerası sonunda Osmanlı, göklere dahi tırmanabildiğini göstermek azim ve kararlılığındadır.

Nitekim Fethi Bey uçağıyla Torosları aşmayı başarmış, Adana'ya inmiştir, ardından Halep'e. 2 hafta boyunca Şam ve Beyrut'ta gösteri uçuşlarına katılan ekip, 27 Şubat günü Şam'dan Kudüs'e gitmek üzere havalanırken, bunun son uçuşları olduğunu elbette bilemezdi.

Kudüs'te havaalanında toplanmış bulunan 80 bin kişi, gökten inecek "Osmanlı kuşu"nu beklemektedir heyecanla. Ancak nafile. Fethi ve Sadık beyler 80 km kadar uçtuktan sonra Taberiye Gölü civarındaki Cehennem Vadisi üzerinden geçerken kuvvetli bir hava akımına kapılmış ve uçakları kayalara çarpınca şehit düşmüştür. Cenazeleri 10 bin kişinin katıldığı muhteşem bir merasimle Şam Emeviye Camii'nin avlusunda bulunan "Şarkın en sevgili Sultanı" Selahaddin Eyyubî'nin ayakucuna defnedilecektir.

Dedik ya, Osmanlı bir varolma mücadelesidir tutturmuştur.

Kahire'ye uçma emri bu defa arkadan gelen uçağa verilir. Üsteğmen Nuri Bey ve arkadaşı 11 Mart günü Yafa'dan havalandıklarında binlerce kişi arkalarından dua etmektedir. Ne var ki, onlar da aynı akıbetten kurtulamayacaktır. Bu defa uçak daha havalanamadan denize gömülmüş, Nuri Bey şehit düşmüş, yoldaşı İsmail Hakkı ise son anda kurtarılmıştır.