Şakir Paşa'nın katili Halikarnas Balıkçısı hapiste bunalınca tekkeye sığınmış
Mustafa Armağan
Bir tv kanalında dizi yapılan Şakir Paşa ailesi aslında maceralarla dolu bir hazine. İçerisinde ne ararsanız var: Sultan 2. Abdülhamid'in paşası da var, ressam ve çini sanatçısı da, yazarı ve modacısı da. Herhalde günümüze uzanan şöhretiyle Cevat Şakir Kabaağaçlı veya daha çok bilinen ismiyle Halikarnas Balıkçısı en bilineni.
Dizide ima edilen gerçekten iğrenç: Güya Şakir Paşa güzel İtalyan gelinine sarkmış da, oğlu bu yüzden öldürmüş babasını. Halbuki öz yeğeni Şirin Devrim Şakir Paşa Ailesi adlı kitabında Cevat Şakir'in paşa babasını keyfince yaşayabilmek için öldürdüğünü açıkça yazmıştır.
Lakin bizde tarihte yaşamış şahsiyetlere iftiralar atmak adeta ödüllendirilen bir modadır ve işin tuhaf tarafı, bunun hesabını soran da yoktur. Attığınız iftira yanınıza kâr kalıyorsa neden daha iğrençlerini atmayasınız ki! Allah'tan korkunuz yoksa ve ahlaktan da nasibinizi almadıysanız cehenneme kadar yolunuz var demektir.
İşte ateist ve solcu diye sunulan ve bir zamanlar sol yayınevlerinde kitapları baskı üstüne baskı yapan bu vicdanı sızlamayan baba katili Cevat Şakir Kabağaçlı 15 yıla mahkûm edilip 7 yıl hapis yatıp çıktıktan sonra ismini Halikarnas Balıkçı diye değiştirecek ve yeni yüzüyle ekrana çıkacaktı.
İşte bu dönemde ismini değiştiren Cevat Şakir Anadolu topraklarını kimliğimizin aslî temeli kabul eden ve Türk ve İslam kültürünü tamamen dışlayan çarpık bir anlayışı savunmuş, Mavi Yolculuk diye turistik görünümlü bir gezi icat etmiş ve İstiklal Mahkemesi tarafından sürgün edildiği balıkçı köyü Bodrum'u bugünkü turistik Bodrum haline getirmişti. (Geniş bilgi için ikisi muzakerataber.com da, biri ensonhaber.com da çıkan üç yazımı tavsiye ederim.)
İslamsız bir Anadolu masalı anlatan Halikarnas Balıkçısı'nın bir Rufai tekkesine intisap ettiğini ve zikirlere katılıp ruhuna sekinet katmak için bu tarikatlardan medet umduğunu ve İstiklal Mahkemesinde tarikata mensubiyetten sorgulandığını biliyor muydunuz
İşte o bilinmeyenler aşağıda:
İstiklal Mahkemesi'nde tarikat sorgusu
Henüz tekkelerin açık bulunduğu 27 Nisan 1925 tarihinde yargılaması başlayan Halikarnas Balıkçı (Cevat Şakir) yazdığı bir yazıda halkı askerlikten soğutmakla suçlanmaktadır. Beraber yargılandığı M. Zekeriya (Sertel) onun hapisten çıktıktan sonra hayattan uzaklaşmak ve 'yeni bir dünya yaşamak için tekkeye girdiğini' söylemiştir Mahkeme Reisi Ali Çetinkaya'ya (nam-ı diğer Kel Ali).
Savcı Necip Ali hemen sorar: "Hangi tarikata mensuptur"
Cevat Şakir cevap verir: "Rifai tarikatine mensubum. Dört, beş yıl önce girmişimdir. İstanbul'da Kenan Bey dergâhındadır. Kenan Bey Rifai'dir." (Prof. Dr. Kenan Gürsoy'un dedesi olan Kenan Rifaî 1950 senesinde vefat eder.)
Savunmasında bu meseleye şöyle değinir Cevat Şakir:
"Ne kadar derviş isem de tasavvuf hakkındaki fikrim kendime aittir. () Yaptığım hizmet, Mesnevi'yi İngilizce ve İtalyancaya tercümeden ibarettir."
Halikarnas Balıkçısı anlatılır da tarikata girdiğinden ve Mesnevi'yi İngilizce ve İtalyancaya çevirdiğinden bahsedilmez. Neden diye sormayacağınızı ümit ediyorum. Attila İlhan'ın dediği gibi "Türk aydını Türk değildir" de ondan elbette.
Kendisi nasıl anlatır
Halikarnas Balıkçısı'nın Mavi Sürgün (Bilgi: 2018, s. 21-25) adlı hatıratının sayfalarına dalmak zihnimizde "Cumhuriyet aydını" klişesinin paslanmış menteşelerinin gıcırdamasına yardım edecektir. İstanbul'un işgal yıllarındayız.
Annesinin evinin giriş katını işgal eden bir İngiliz subayını şikâyet etmek üzere Harbiye'deki İngiliz Yüksek Komiserliğine giden Cevat Şakir burada görüştüğü bir onbaşının kendisini korkutması üzerine başına daha büyük bir bela açılması korkusuyla binadan apar topar kaçar. Canı pek sıkkındır. "Bir gönül açıklığı, yaşama sevinci kalmamıştı" diye dert yanar, "o işgal havası ve dünyasından ayrılmalıydım mutlaka." Fakat nereye gidecektir Anadolu'ya mı Ne var ki ciğerlerinde lezyon (yara) vardır. Gidemez ama "işgal altındaki İstanbul'da değil, işgalden uzak kalan İstanbul'da yaşamak" pekala mümkündür.
Nasıl peki Cevabı şudur:
"İstanbul'da Fatih'te "Molla Gürani" ve "Kovacı Dede" adlı cana yakın mahallelerde bir dergâh vardı, o dergâhta derviş oldum."
Burası bir Rufai dergâhıymış, ancak ayinlere Mevlevi ve Bektaşiler dahil başka tarikat mensupları da katılıyormuş. İlginç olan bir başka nokta ise şeyhinin (Kenan Rifaî'nin) Arapça ve Farsçadan başka Fransızca ve eski Elen dilini, yani eski Yunancayı biliyor olmasıdır.

181