Rüzgâr hep batıdan mı eser

Batıdan gelen her şeyin bizden daha iyi olduğuna, yapıldığına inanırız. Bazen de aşağılık duygusuyla kıskançlık arasında sıkışıp kalırız. Bu bizi gerçek olmayan ve aslında baş edemediğimiz çelişkili bir ruh halinde yaşamaya götürür.Misal mi Dünyanın en iyileri listelerine giren yemeğini bile yemediğimiz şefleri yüceltiriz, restoranlarına gitmek en büyük hedeflerimiz arasına girer, bekleme listelerinde aylarca beklediğimizi ya da çok tanındığımız için öncelik aldığımızı, davet edildiğimizi anlatır dururuz.Ancak Türk bir şef bu listelere girdiğinde ya da başarılı projelere imza attığında 'ama'lı cümleler kurmaya başlarız.Artık her konuyu, her olayı Batı referanslarıyla, onların her alanda ve her anlamda en iyiyi temsil ettiği varsayımıyla -ki o Batı genellikle Avrupa ülkeleri ve ABD'dir- anlatmaktan vazgeçmeli, kendi değerlerimizin hakkını vermeliyiz.Konuyu sanat, edebiyat gibi alanlara da taşımak mümkün. Ama benim önceliğim yeme-içmede. Bence bereketli topraklarda yaşadığımız gerçeğini, binlerce yıllık bir geçmişe sahip mutfak kültürümüz olduğunu göz ardı etmemeliyiz.Ama yanlış anlaşılmasın iyi olanı beğenmeyelim, öykünmeyelim demiyorum. İsteğim Batı'dan kopuş falan değil tam tersine Batı oluş. Ontolojik kahroluştan, yani kendimizi bir başkasının gözüyle tanımlamaktan, daha aşağı görmekten Edward Said'in tanımladığı oryantalizmin çekim gücünden kurtuluş.Tabii ki bir diğer refleksimiz olan 'en iyi', 'en güzel', 'en akıllı' klişelerine kapılmadan. Edebiyat öğretmenliği yaptığım dönemde öğrencilerim "En sevdiğiniz roman ya da yazar kimdir" sorusunu yönelttiğinde donup kalırdım. Sinema televizyon eğitimi alıp TRT'de çalışmaya başladığımda 'en sevdiğiniz yönetmen, en sevdiğiniz film' sorusuna da hiçbir zaman tek bir cevabım olamadı.Şimdilerde ise en sevdiğiniz restoran, en sevdiğiniz yemek, en beğendiğiniz şef sorularını saygıyla karşılasam da ben cevap vermekte zorlanıyorum.Çünkü tıpkı birçok iyi yazar, roman, yönetmen ve oyuncumuz olduğu ve onların birbiriyle karşılaştırılması zor olduğu gibi, çok güzel yemeklerimiz, çok iyi şeflerimiz, farklı özellikleriyle öne çıkan çok da iyi restoranlarımız var...Haberin DevamıSEÇİLMİŞ EN İYİLER GERÇEKTEN EN İYİ MİDİRGeçtiğimiz hafta içinde 'The World's 50 Best Restaurants Dünyanın En İyi 50 Restoranı' listesi açıklandı. Bu restoranların ve şeflerinin yer aldığı listeler hem sosyal medyada hem de basında yayımlandığı için bir kez daha vermeme gerek yok. Ancak ben bir başka yönünü de merak ettim ve o gözle listeleri taradım. Dünyanın en iyi 50 restoranı listesinde İspanya 6 restoranıyla liderliği elinde tutuyor. Ardından 5 restoranla İtalya geliyor. Japonya ise 4 restoranla Avrupa dışından en çok restoranla listeye giren ülke. Danimarka, Peru, Fransa ve ABD 3'er restoranla listedeki yerlerini alıyor. Meksika, Brezilya, Almanya, Belçika, İngiltere 2'şer restoranla listeye dahil olmuş.Avusturya, Arjantin, Çin, İsveç, Slovenya, Singapur, Güney Afrika, Tayland, İsviçre, Şili, Portekiz ve Kolombiya da 1'er restoranla listedeler.Toparlamak gerekirse Avrupa 12 ülke, Güney Amerika 5 ülke, Uzak Doğu 3 ülke, Kuzey Amerika 2 ülke ve Afrika kıtası ise tek ülke ile temsil ediliyor.Rusya, Türkiye, Orta Doğu ülkeleri, Eski Türki cumhuriyetleri kimi zaman siyasi konjonktür kimi zaman arafta kalma hali gibi farklı nedenlerle listede yoklar.Peki, nereye varmak istiyorsun derseniz, sadece 'beyin fırtınası-fikir jimnastiği', kısacası düşüncelerimi sizlerle paylaşma diyebilirim. Bu arada listede yer alan ve benim de gitme fırsatı bulduğum, kimini beğendiğim kimini çok sıradan bulduğum restoranlar da var. Fakat çoğu Türkiye'deki şef restoranlarından daha iyi değil. Ne yaratıcılık ne servis ne de sunum olarak. Lezzet derseniz zaten her zaman açık ara öndeyiz...Neden bu sonuç derseniz, iki farklı saptama yapabilirim. Ya bu sistemin gizli müfettişleri, yani değerlendiricilerinin radarında Türkiye yok, çok fazla gelmiyorlar ya da Türkiye'den değerlendirme yapanlar kendi ülkelerine daha hassas davranıyor, belki de belli restoranlar üstünde yoğunlaşılamıyor. Bildiğim kadarıyla