Sadakat ve kanaat yoluyla ilerlemek
Vezirzade Mustafa, köylerinde yaygın olan seyyar manifaturacılık mesleğini yapmaktadır. Beyaz atının üzerine basma kumaşları yükleyerek köyden köye dolaşır, bu şekilde satış yaparak geçimini temin ederdi.
Bir gün, manifatura mallarını iki günlük mesafedeki bir köye götürdü. O köyde yaşadığı bir olay, Mustafa'nın gönül gözünü açtı ve dünyanın gerçek yüzünü yüreğinde derinden hissetti. Bu olaydan öyle etkilendi ki, içinden gelen büyük bir nefretle dünyadan küstü. Dünyanın çirkin yüzünü o anda fark etti. O günden sonra Allah'tan bu fânî dünyadan, bâkî bir âleme yol gösterecek bir üstad diledi. İçtenlikle, "Öyle bir üstada rast gelsem, söz veriyorum ki ona tam hizmetkâr olacağım," diye dua etti.
O samimî dua üzerine, o gece rüyasında gayet şirin ve güzel, bilmediği bir şehirde, dünyada misli bulunmaz süslü bir at üzerinde, Bediüzzaman'ı garptan şarka doğru beş altı metre yüksekte, şehrin üstünde uçarken gördü. Bediüzzaman selam verdi, o da selamını aldı ve o anda uyandı. Hemen şehadetini getirdi, duasının kabulüne şükretti. İki ay sonra Barla'da Bediüzzaman'ı ziyaret ederek aradığı mürşidi buldu.
Vezirzade Mustafa, ümmî ve kalemsiz olduğu için diğer Nur talebelerine yetişemediğini, ancak onlarla irtibat, muhabbet ve ihlâsta yetişmeye çalışacağını belirten bir mektupla durumunu Bediüzzaman'a arz etti. Risale-i Nur hizmetine bir âlim olarak değil, sadakat ve kanaat gösteren biri olarak sarıldı.
Risale-i Nurlar'la tanışmasıyla vefatı arasında sadece iki yıl gibi kısa bir zaman vardı. Bu sürenin çoğu da hastalıkla geçti. Ancak Mustafa, bu hastalıklı haliyle hem manifaturacılığa devam etti hem de Nur postacılığı yaptı. Hafız Ali'den aldığı risaleleri yükünün arkasına saklayarak köylere uğradı, ticaretini yaptı, Barla'ya gidip risaleleri Bediüzzaman'a ulaştırdı. Aynı şekilde, Bediüzzaman'ın mektuplarını alıp Hafız Ali'ye teslim etti.
Bediüzzaman onun için şöyle der: "Arkadaşlarımızdan Allah rahmet etsin, iki genç vardı: Biri İlamalı Sabri, diğeri İslâmköylü Vezirzade Mustafa. Bu iki zat, talebelerim içinde kalemsiz oldukları hâlde samimiyette ve iman hizmetinde en ileri safta olduklarını hayretle görüyordum. Hikmetini bilmedim. Vefatlarından sonra anladım ki her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı. O hastalık irşadıyla, sair gafil ve feraizi terk eden gençlere bedel, en mühim bir takva ve en kıymettar bir hizmette ve ahirete nâfi' bir vaziyette bulundular. İnşallah iki senelik hastalık zahmeti, milyonlar sene hayat-ı ebediyenin saadetine medar oldu. Ben onların sıhhati için bazı ettiğim duayı, şimdi anlıyorum dünya itibarıyla beddua olmuş. İnşallah o duam, sıhhat-i uhreviye için kabul olunmuştur"