Peki akan kan nasıl durdurulur

İsrail'e saldırmanın sonuçlarını saldırıyı yapanlar da yükse ihtimalle tahmin ediyordu. Hatta böyle bir sonucu muhtemelen hesapladılar. İsrail'e saldırıp çoğu sivil binin üzerinde insanı katledip, vahşet görüntüleri vermenin, ağır bir karşı saldırıyla sonuçlanacağını tahmin etmek için uzman olmak da gerekmiyor.
Savaşın fiilen sürdüğü bir esnada krizin temelleri, tarihçesi hakkında yorum yapmaya çalışmak hiçbir fayda sağlamıyor. Hele Gazze'de ağır bir insanlık dramı yaşanırken söylem ve yorumlar, sorunu çözmeye değil sadece vicdanımızı bir nebze rahatlatmaya yarıyor.

Oysa zaman İsrail-Filistin savaşını irdeleme, analiz etme, tarihi haklılıklarıhaksızlıkları, yapılan zulümleri tekrar tekrar dile getirme zamanı değil, akan kanın bir an önce durdurulması için çaba sarf etme zamanı. Çünkü tahammül edilemeyecek kadar fazla an akıyor.

Zaten yaptığımız yorumlar da günün sonunda kendisini tekrar eden bir hamasetten öteye geçemiyor. Bölgenin yüzyıllardır süren karmaşık dinamiklerini, kendimizi her seferinde konuya tam vakıf uzman gibi hissetsek de, dışardan bakanların sadece sınırlı olarak kavraması mümkün.

Filistin denilince, içinde Türkiye'nin de bulunduğu İslam dünyasında mağlubiyet, mağduriyet ve öfke dolu, genlerimize işlemiş bir hissiyat var. Kriz her devreye girdiğinde aynı hissiyat daha da derinleşerek yeniden canlanıyor. Filistin konusunda kendimizi sigaya çekecek (buna öz eleştiri ya da eleştirel okuma da deniliyor) sükuneti bir türlü yakalayamadık. Gösterdiğimiz tepkiler bu zamana kadar sorunun çözümüne hiçbir katkı sağlamadı.

Türkiye'nin bu kısır döngüyü aşabilecek potansiyeli ve imkanları var. Kolay olmasa da kriz anlarında her zamankinin aksine sergilenebilecek sükunet ve sağduyu bölgeye sağlayabileceğimiz çok önemli bir katkı olabilir. Bölgede yaşanan dramın direkt mağduru değiliz. Hem devlet hem de sivil kamuoyu olarak tepkisel reaksiyonlar yerine çözüme odaklı yapıcı bir söylem, tahmin ettiğimizden çok daha fazla işe yarayabilir. Araplar bu konuda yorgun ve çaresiz.