Araplar hakkında yanlış bildiğimiz şeyler

Türkiye'nin gerçekçi bir Arap politikası hiçbir zaman olmadı. Olması da mümkün değildi. Kemalistlerin Araplardan nefret eden, Arapları aşağılayan, onlarla her türlü iltisakı mümkünse İslam da dahil olmak üzere ortadan kaldırmak isteyen bir anlayışı var(dı).

Muhafazakarların özellikle Ak Parti'nin Arap anlayışı ise bir tespitten daha çok bir temenniye dayanıyor: Kemalist yaklaşımdan arındırılmış güçlü bir Türkiye'ye Arapların sorgusuz teveccüh göstereceğine inanılıyor. Arapların Osmanlının güçlü dönemlerinde olduğu gibi bölgede Türkiye'nin hakimiyetini sadece kabul etmek etmek değil, böyle bir beklenti içinde olduklarına yönelik çok iyimser bir ön kabul var.

Ortadoğu'da Erdoğan'a karşı oluşan sempatinin de bu ön kabulü pekiştiren bir yönü var. Başlarındaki despot iktidarlardan bıkmış Arapların merhametli, adaletli bir Türk lidere biat edeceklerine kesin gözüyle bakılıyor. Arapların Osmanlı'dan ayrılıp ulus olma süreçleri ise Batı tarafından satın alınan birkaç idarecinin ihaneti olarak geçiştiriliyor.

Tarih, Osmanlı'nın gerilemeye başladığı an durdu, tekrar ilerlemeye başladığımızda yeniden harekete geçecek ve Osmanlı milletleri kaldığımız yerden tebaamız olmaya devam edecek. Böylesi naif bir anlayışa birçok muhafazakar ciddi olarak inanıyor.

Kendi modernleşme sürecini bile gaflet içindeki idarecilerin verdiği tavizlerle zoraki gerçekleşen bir dönüşüm olarak algılamaya meyilli Türk muhafazakarlarının, Arap ulusal bilincinin gelişimini kavramaları zaten mümkün değil.

Arap muhafazakarları da Türkiye'deki Müslüman kardeşleri ile ilişki içinde olmayı faydalı gördükleri için, Türklerin kendileri hakkındaki yanlış algısını nezaketten tartışmıyor. Belki bir iki marjinal örnek hariç Ortadoğu'daki İslami hareketlerin hiçbirisi yeni Osmanlıcı düşüncülere sahip değil. Tabi Ortadoğu'daki İslami hareketlerin içinden geldikleri toplumun ne kadarlık bir kesimini temsil ettiği de ayrı bir tartışma konusu

Türkiye'deki (muhafazakarların) modern Arap dünyası ve özellikle Mısır algısı bu ülkenin İslamcı kanaat önderlerinin eserleri üzerinden oldu. Bu eserler Türkçeye çevrildi ve bazı İslami hareketler için esin kaynağı haline geldi. Geniş bir muhafazakar kesim de Mısır'daki İhvanı Müslimin başta olmak üzere İslami hareketlerin çoğuna sempati ile baktı.

Ancak bir ümmet birliği hayali ile gerek Mısır'da ve gerek diğer Arap ülkelerindeki siyaseti bize aktaranlar söz konusu ülkelerin tarihi ,toplumsal ve siyasi dinamiklerinden bihaber insanlardı. Sadece o da çok yüzeysel olarak İslamcı gruplarla iletişim halindeydiler. Arapların orta sınıfı ve elitleri ile hiçbir ilişkileri yoktu.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti, Türk ulusal bilincinin gelişmesi, yerleşmesi içselleşmesinde ne kadar başarılı olduysa, (her şeye rağmen ve iyi ki) Orta Doğu ülkelerinin çoğu ve Mısır da Arap ulusal bilinçlenmesi konusunda o derece başarılı oldu. Yani Araplar da kimliklerini (yoğun İslami sembol ve kurallara rağmen) ulusal dinamikler üzerinden tanımlıyor zannedildiği gibi din üzerinden değil. Prens Muhammed Bin Salman sonrası Suudi Arabistan bu noktada iyi incelenmesi gereken bir örnek.