Savaşan dünya ve Türkiye...

Uppsala Çatışma Verisi Programı'na dayanan analizlere göre savaşların sayısı, sıklığı ve uzunluğu Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana ciddi şekilde artmış. Geçtiğimiz yıl itibarıyla 55 fiili çatışma yaşanmış ve bu çatışmaların süreleri de sürekli artarak 8-11 yıl aralığına ulaşmış.

Emma Beals ve Peter Salisbury Foreign Affairs'deki makalelerinde yaklaşık 2 milyar insanın, yani dünya nüfusunun dörtte birinin çatışmalardan etkilenen bölgelerde yaşadığını yazıyor, bu yılın başı itibarıyla zorla yerinden edilmiş insanların sayısının 108 milyonu geçtiğini söylüyor.

Tahminleri bu sayıların daha da artacağı, savaşların çoğalacağı ve insanların daha zor koşullar altında yaşayacağı yönünde. Beals ve Salisbury'nin önerisi BM bünyesindeki çatışma çözüm modellerinin gözden geçirilmesi. Tam olarak ne yapılması gerektiğini anlatmasalar da gündemlerinde BM reformu yok. Daha ziyade taktiklerin değişmesinden söz ediyorlar.

Ancak onların uyarıları da Uppsala verileri de dünyanın giderek bir patlama noktasına doğru yöneldiğine işaret ediyor. Özellikle büyük denen devletlerin sığ görüşleri bizleri pek çok açıdan felaketin eşiğine doğru sürüklüyor. 406 milyon insanın, Türkiye'nin nüfusunun neredeyse beş katı büyüklüğündeki bir kitlenin uluslararası yardıma muhtaç yaşaması da buna delalet ediyor.

Ne yardımların sürdürülmesi ne savaşların doğurduğu sığınmacıların akınlarına karşı durulması ne de sığınılan ülke ve bölgelerde siyasi sonuçlar doğmaması mümkün. Irkçılık, ayrımcılık artık en olmayacak yerlerde bile yükselişte. Antisemitizm de İslam karşıtlığı da Arap düşmanlığı da artışta. Nefret söylemi ana akım siyasetin diskuru haline dönüşmekte.

Daha da korkuncu Gazze müdahalesinde ve ondan önce Hamas saldırısında gördüğümüz gibi savaş kural tanımaz, limit bilmez bir şekle bürünmekte. İsrail, AB ve ABD liderliklerinden aldığı koşulsuz moral destekle adil savaş öğretisine ve Cenevre Sözleşmelerine aykırı hareket ediyor, sivil hedefleri belli ki bilerek bombalıyor.

İdeali dünyanın değişmesi, sorunlara çözümler üretilmesi, sistemin temel normlarını ihlal eden ülkeler karşı tedbir alınması. Ama hep dediğim gibi ideal bir dünya yaşamıyoruz, devletler siyasetlerini prensipler, ilkeler üstünden değil algıladıkları çıkarları çerçevesinde belirliyor ve ona göre hareket ediyor.

BM'nin değişmesini, sorumluluklarını üstlenmesini, birkaç istisnai vakada yaptığını yapmasını beklersek daha çok bekleriz. Bizim her şeyden önce güç dengelerini dikkate almamız, kendi güvenliğimizi başkalarına havale etmememiz ve doğrudan tarafı olmadığımız halde bizi etkileyen sorunlara akılcı çözümler üretmemiz, üslup sorunumuzu da aşmamız gerekiyor.