Yaşasın gerçek kadınlar!

Moda, bence dünyanın en büyük gücüdür!

Atom bombasından bile güçlü diyebilirim !

Ondan beslenen o kadar çok endüstri vardır ki, bu yüzden o ne derse o olur.

Başta kadınlar olmak üzere, dünya, onun emirlerini bekler.

Dünyanın para babalarının arasında, moda imparatorlarının sayısı oldukça fazladır.

Bu yazıda moda-kilo ilişkisini irdelemeye çalışacağım!

Modanın ibresi, uzun zamandan beri zayıflık hedefine yönelmiş durumda. Her şey illa ki zayıf olacak.

Yani bir deri bir kemik!

Onun için iradeleri de zayıflatmak lazım!

Bu dayatmayı kırmak mümkün mü

Bu konuda, içimde az da olsa bir ümit var.

Piyasa zayıfa doyarsa, moda hızla balık etine dönüş yapar mı acaba !

Umuyorum. Bu büyük işkencenin mutlaka bir sonu olacaktır !

Örneğin, bir zamanlar kadın-erkek herkesin giydiği İspanyol paça pantolonlar, yeniden moda olmaya başladı. Daracık taytların yenini yüksek belli, geniş pantolonların aldığını görüyorum.

İyi mi oldu! Bence hayır. Dar taytlar, düş gücümü daha çok tahrik ediyordu !

Babamın ip kalınlığındaki kravatları, şimdi modacıların tekrar gözdesi haline geldi. Beatles'ın siyah botları, özellikle erkeklerin en çok tercih ettiği ayakkabılar.

Başka örnekler de vardır ama, aklım fazlasına basmıyor !

Bu yazının derdi, moda dünyasınca afaroz edilen şişmanlık.

Şişmanlık, binlerce yıldan beri, başta kadınlar olmak üzere, insanlığın en önemli sorunlarından biri.

Avcı-Toplayıcı dönemlerde, av peşinde koşmak erkeklerin, mağaralarında çocuk büyütmek kadınların işiydi. Beslenme yetersiz olduğu için, hareketsiz kadınlar öyle aşırı kilo almıyorlardı ama yine de balık eti sınırındaydılar!

Yani, diyetisyenlerin lanetlediği buğday ve pirinç, tarlalarda henüz filizlenmemişti !

Yerleşik toplum yaşayışıyla birlikte kadınların kilosu da arttı.

Kilolu kadın, bereketin ve gücün simgesi oldu.

Binlerce yıl önce yapılan, memeleri ve göbeği sarkmış, bacakları boğum boğum olan tanrıça heykelleri, o dönem şişman kadın imajının ne kadar değerli olduğunun kanıtıdır.

Bunlardan biri de, bol memeli, şişman Bereket Tanrıçası Kibele'dir.

Yani bir kadının, doğurgan olması, bereket saçması için kilolu olması gerekiyordu ve erkekler bu tip kadınları seviyorlardı.

Şişmana sevgi, asırlar boyu sürdü.

Ünlü ressamlar, kadın modellerini hep kilolulu güzeller arasından seçti.

Kadınların memeleri, ele avuca sığmaz büyüklükte, kalçaları ise bugünkü ölçülerle betimlenemeyecek kadar görkemleydi. Sarkan göbekler ise güzelliğin tamamlayıcısıydı sanki !

Gökyüzünde uçuşan melekler bile hep boğum boğumdu.

Sevimli ve yaşama keyif veren tiplerdi.

Bütün kahramanları şişman olan tek ressam, Arjantinli Fernando Botero'dur. Kahramanları abartılı şişmandır.

Botero'ya göre, şişman güzeldir! Çünkü şişman insanlar, karşılarındakilerin yüzünde bir gülümseme yaratma kabiliyetindedirler. Çünkü sempatiktirler.

Bence de zayıflık, kompleksi ve sinirliliği, şişmanlık ise mutluluğu simgeliyordu !

Yani kadın ne kadar şişmansa, o kadar cazip ve seksiydi.

Adanalı ünlü film yapımcısı ve yazar Arif Keskiner, bir söyleşisinde şöyle diyordu: " Pavyon patronları, işe alacakları konsomatrislerin önce kalçalarına bir el atarlardı. Eğer kalçası avucu doldurmuyorsa o kadına iş verilmezdi."

Sonraları ortaya korse denen bir giysi çıktı. Giysi değil de işkence aleti demek daha doğru olur.

Geçmişi, Girit Adası'ndaki Mikanos medeniyetine dayanan bu giysinin amacı ilk zamanlar, fazla kiloları saklamak değil, memeleri ve kalçaları daha görünür kılmaktı.

Korsenin iplerini sıkıca bağlamak için bir kaç tane yardımcı gerekiyordu. Korsenin ipleri öylesine sıkılıyordu ki, sanki vücudun göğüs ve kalça kısımları arasındaki tüm ilişki kesiliyordu. Önemli olan belin ince olmasıydı.

Korse konusuna burada nokta koyuyorum. Çünkü onu ayrı bir yazı konusu yapacağım.

Dünyayı atlayıp, gelelim Türk kadınına!

Ana fikir, "bir gram et, bin ayıp örter" sözüyle özetleniyordu. Yani, kadının şişmanı makbuldü. Adamlar, etli-butlu kadınları seviyordu!

Anadolu kadınının da öyle modaya uyma kaygısı yoktu. Çünkü kendi çevresindeki kadınlardı onun güzellik ölçüsü: "Şişman ve anaç..."

Zaten giydiği şalvar ve üstüne giydiği geniş üstlük, hepsini aynı ölçüde gösteriyordu.

Kentler de ise şalvarın vazifesini, feraceler, çarşaflar yükleniyordu! Metrelerce kumaşa sarılmış kadınların vücut çizgileri hiç bir şekilde belli olmuyordu.

Zaten kadınların zayıflama diye bir kaygısı da yoktu!

Zayıflık hastalık belirtisiydi.

Ayrıca, bitmez tükenmez bir ev hapsi vardı. Dünyayı sadece kafesli pencereler ardından seyredebiliyorlardı. Etrafta yarışacak rakibeler yoktu!

Yani, bol beslenmeli, az hareketli bir dünyanın mahkumlarıydı onlar.

Şişmanlığın,güzelliğin ölçüsü olduğunu sanıyorlardı. Çünkü aksini gösterecek bir örnek yoktu çevrelerinde.

Ta ki, yaşamlarına "Beyaz Köleler" girinciye kadar!

Kimdi bu erkeklerin güzel yorumunu değiştiren "beyaz köleler"