Ya evde yoksam

Prof. Dr. Naci Görür, zorunlu olarak, biz İstanbulluların içini kapkara etti.Söylediğine göre, deprem surlara kadar dayanmış.Yani büyük yıkıma bir çıt kalmış!Bu çıt, çatırtıya dönüşürse vay gelmiş halimize. Kıyametin de ötesi demek olacak bu çatırtı!Şikemperver profesörümüz Celal Şengör de aynı tehlikeye dikkat çekiyor. Ona göre de İstanbul depremine bir tık kalmış!İstanbul'da yaşıyorum. Onca yıldan beri bu kadar korkmamıştım! Ruhum bu kadar kararmamıştı. Halbuki "ömrümün sonbaharını yaşarken", yani, yaşamın sonuna bu kadar yaklaşmışken, bu korkunun nedeni neydiBilmiyorum. Belki de, bunca emekle oluşturulmuş bir hayatın, boktan bir duvarın altında kalıp, toz duman olması korkusuydu.Zorlukla, keyifle, binbir zahmetle ilmik ilmik örülmüş koca bir yaşamın, bir kaç saniyelik sallantıyla sona erecek olmasının korkusu da olabilirdi!Onca yılın, onca anının, onca emeğin, saniyeler içinde sıfırlanması.Kaçınılması zor bir yok oluş!Yani bok yoluna gitmenin korkusu!Nasıl korunalımYanıtlanması çok zor bir soru. Yanıtını kimse bilmiyor.Bilenlerin söylediklerini ben de ezberledim: Evimizi depreme dayanıklı hale getirmek zorundayız!Bu çözüm, depremin biz evdeyken, uyurken, sabaha karşı olacağı varsayımına dayanıyor.Haksız da değiller. Büyük depremler hep aynı tuzağı kurdu. İnsanları çok zayıf anlarında, derin uykularında, tatlı rüyalarının içinde dolaşırken yakaladı.Ve insafsızca öldürdü.Hep böyle mi olacak Hep karanlığın en koyulaştığı saatlerde mi vuracakDeprem bu kadar mı kalleşDiyelim ki, uyarılara kulak asıp, evimizi, çelik duvarlarla çevirdik, kolonları en kalın demirlerle ördük, en Fransız betonlarla sağlamlaştırdık.Lakin faylar çarpıştığında diyelim ki evde değiliz!O gün, alt geçitten geçiyoruz, kahvedeyiz, bir lokantada çorba içiyoruz, iş yerindeyiz, çöken bir binanın tam önünden geçiyoruz, meyhanede romantik bir öğle rakısı içiyoruz, hastanede tansiyonumuzu ölçtürüyoruz, üst geçitte trafiğin açılmasını bekliyoruz, fırından poğaça, börek alıyoruz, esnaf lokantasında karnımızı